Şiarı; Hak, Adalet ve Başarı...



1.01.2003

Şiarı;Hak, Adalet ve Başarı...
İş dünyasının en başarılı ve en sevilen kişilerinden..... Bu özelliği ile sadece Türkiye’de değil tüm sayılan takdir edilen birisi...

İspanya’nın en önemli devlet nişanlarından olan İspanya Kraliyeti Liyakat Nişanı'na layık görülmesi de bu yüzden... Hiç şüphesiz, burada sihirli kelime "başarı" sözcüğü. Ama Zeynel Abidin Erdem için iki önemli sözcük daha var: Hak ve adalet...

Zeynel Abidin Erdemi daha yakından tanımak; ekonomi, politika, dış ilişkiler ve biraz da özelini konuşmak üzere Erdem Holding'deyiz. Dr. Zeynel Abidin Erdem sorularımızı, heyecanını ve gururunu gizlemeden yanıtladı:

"Şu anda kendimi bir misyoner gibi hissediyorum. Bu misyonerlikte Türkiye'ye dost olan ülkeler hangileridir, hedef edindik. İspanya, Özal'ın ziyaretinden bu yana Türkiye'nin Avrupa'ya taşınması hususunda tam destek verdi. Bu diyalogu Demirel ve başbakanken Mesut Yılmaz devam ettirdi. Türkiye'nin İspanya’dan 1980lerde ithalatı 40 milyon dolar, ihracatı ise 70 milyon dolar düzeyindeydi. Şimdi iki milyara yaklaşan ithalatımız, bir milyar dolardan fazla ihracatımız var. İspanya, Güneydoğudaki terörle mücadelemizde askeri ambargo gördüğümüz ve kimsenin bize nakliye uçağı vermediği dönemde CASA'ları verdi. Avrupa ülkeleri terörle mücadelemizde 'insan hakları çiğneniyor' diyerek sanal bir ambargo uygularken, İspanya 37 yıllık ucuz faizli krediyle bu uçakların Türkiye'de üretilmesini sağladı. Başından bu yana PKK'yla mücadelede de, Avrupa konusunda da, AB'ye girişte de her anlamda destek veriyor. İspanya AB'ye girmemiz için birinci derecede ABD'den sonra en çok uğraş veren ülkedir. Dolayısıyla İspanya bizim için vazgeçilmez bir dost olarak görülmelidir."

Gündemi neredeyse her dakika değişen bir ülkede bir iş adamı ile konuşacak çok şey var. Ama önce 2005 yılında 40. yılını kutlayacak bir holdingin bu süreç zarfında neler yaşadığını, dönüm noktalarını öğrenmek istiyorum: "1965 yılında İstanbul’da iyi bir sermaye ve çok profesyonel bir aile yakınımızla işe başladık. O şirketten sonra Türkiye'deki gelişebilecek ticari fonksiyonları masaya yatırarak ne üretilmeli, ne ithal edilmeli, ne satılmalı, ne ihraç edilmeli, ne dağıtılmalı adı altında bir çalışma başlattık. Ve önce dikilmiş ve hazırlanmış tekstil ürünleri ile başlamak kaydıyla çok ciddi bir atılım yaptık" diye söze başlıyor Erdem. Üç yıl sonra yaşanan bir olay, şirket için dönüm noktası oluyor. Bir fabrikadan günlük alınan 100-150 parça tekstil ürününün miktarı yüzde 10-15 artıyor. Erdem, altı ay sonra dayanamayıp bir araştırma yapıyor ki, bu artışın nedeni, fabrikadaki personelden kaynaklanan bir yanlışlık! Doğruluk ve aileden aldığı tavsiye adına, firmanın sahibinden randevu istiyor ve çok geç de olsa bir randevu alıyor. Devamını Erdem'den dinleyelim:

"Cebimden bir zarf çıkarıp, 'sizin için çok basit bir para ama, malınızın karşılığı olup da bana faturası kesilmemiş ve fazla olan bedeldir. Ben bunu haram kabul ediyorum ve size iade ediyorum. Yanlış da anlamayın, personeliniz başka yere göndereceğine bize gönderiyor1 dedim. Daha sonra beni tekrar çağırdı. Neden iade ettiğimi öğrenmek istedi. Ben inançlarım, prensiplerimiz ve doğru hareket etme adına bunu yaptığımı anlatınca, 'bundan sonra size ortalama yüzde 5 gibi düşen bu hissenin tamamını siz Türkiye'ye dağıtacaksınız ve genel distribütörüm oluyorsunuz' dedi. Bir cumartesi günü, bir fabrikaya üretimin yüzde 5'ini alan adam olarak girdim, iki saat sonra yüzde 10O'ünü dağıtan adam olarak çıktım."

Zeynel Abidin Erdem, bu iş adamının ismini vermiyor ama, insanların hayatta seçmeleri gereken yollardan birinin doğruluk, ikincisinin çalışkanlık olduğunu gençlere bu hikaye ile duyurmak istiyor. Ve sıkıntıların yaşandığı 70'li yılların başı. Ancak bu arada yarı mamul kimyasal hammadde ithaline de başlanması şirketin iç piyasasını arttırır, işçi adedi 50'lere kadar çıkar. 1974'te ise Türkiye büyük bir kriz yaşar. Dövize çevrilebilir mevduata çifte ödeme yapıldığı yıllardır. Bu defa işler dörde katlanır:

"Dışarıda çalıştığımız şirketlerin prensiplerine aykırı hareket etmediğimiz için hiç para ödemeden malımızı gönderiyorlardı. Biz iki yerine bir ödeme yaparken, İstanbul’daki bütün tüccarlar bir yerine iki ödeme yapıyorlardı. Dolayısıyla rakiplerimize oranla daha ucuza daha çok mal getirmeye başladık. Ben hudut çocuğuyum; tüm Ortadoğu yarımadasına ihracat yapan ailem yüzyılı aşkın bir zamandır ticaretle uğraşır. Babamların iş yaptığı insanların, politikacıların, işadamlarının çocuklarıyla yaşıt olduğum için ticaret eli babadan oğula geçti ve Ortadoğu'ya da 121 kalem çeşitte mal verdik. Klozet kapağından tutun da süpürgeye, musluktan anahtarlığa, çivi, kerpeten, keser, el arabası, kürek, kazma aklınıza ne geliyorsa ihraç etmeye başladık."

... Ve siyasi krizin yaşandığı 70'li yılların sonu. İhtilal öncesi Türkiye... Bu kaosa dayanamayanlar şirketlerini bırakıp Türkiye'yi terk etme çabasında... işte Erdem Holding bu olumsuzluğu da pozitife çevirmeyi başarıyor; daha da büyüyor. Çünkü büyük bir cesaret ve azimle gidenlerin boşluğunu dolduruyor. Onların ithalleri de yapılıyor. Ciro arttıkça kar artıyor; isim büyüdükçe talep artıyor. 1980'e gelindiğinde holding altı şirkete ulaşmış; dağıtım ve taşıma kollan, alım-satım, ithalat, muhasebe, gümrükleme ekibi, ambalaj ekibi artık yerli yerine oturmuştur.

Seçimle birlikte Özal iktidar olur. Cironun 20'ye katlanmaması için hiçbir neden yoktur. Ama... Hayali ihracat olmasa!.. Zeynel Abidin Erdem o günlerde yaşadığı ilginç bir olayı şöyle anlatıyor:

"Ailem dini yönü ağır basan bir düşünce ya da yaşam tarzını seçmemiştir. Ama faiz kullanmaz, repo yapmaz. Ailenin o günkü reisi olarak ben de bu işlere girmemişim. Üreterek, alıp satarak, taşıyarak kazanma yolunu seçmişim. Ne oldu o zaman, hayali ihracat yapan, kağıt üzerinde eylem yapanlar birden geldiğimiz noktayı iki senede açtırdı ve biz küçücük kaldık, kaybolmaya yüz tutmaya başladık. 1986 yılıydı, şirketin altındaki bankaya 200 bin lira para çekmeye gittim. Mavi çantalarla gelmiş, çok saygı gören ve herkese emreder gibi görünen birkaç gencin sırada durduğunu gördüm ve mecburen daha arkada sıramı bekliyorum. Memurlardan biri 'Zeynel Bey şöyle buyurun. Bunlar çok büyük para çekiyorlar' dedi. O günkü şartlarda 83 milyar para çekiyorlardı. 'Bu kadar muhterem insanlar varken ben kaybolayım, kimse 200 bin liraya hizmet vermez' dedim. 'Olmaz' deyip beni müdür beyin odasına aldı. 'Zeynel Bey muhterem sizlersiniz. Bunlar devletin açıklarından istifade eden hayali ihracatçılar. Onlar gidici, ama sizler kalıcı müşterisiniz' dedi. Doğru davranmanın erdem kişilik olduğuna, aileden aldığım terbiyeden dolayı kesin kanıt sahibiydim. Fakat gördüklerim tersti. Zamana bıraktım işi ve bugün o insanlar yoklar. Toz bile değiller, buharlaştılar. Çünkü kazandıkları bu haksız paraları zaman içinde çarçur ettiler, hapishanelere girdiler, kayboldular gittiler. Erdem Holding ise 13 şirkete çıktı. Çok yüksek cirolar yapmaya, binlerce insan çalıştırmaya başladı ve sürekli olarak büyüyen bir şirket oldu." Erdem'e göre, yaşanan son kriz de yine devletin aynı yanlışından kaynaklandı. Kurşun kalemle yazılan emek karşılığı kazanç silinip rant karşılığı kazanca dönüştürüldü. Borsaya, karşılığı olmayan senetlere destek çıkan devlet, reel sektörünü kaybetti. Ama bu arada şu sorunun cevabını merak ediyorum; yaşanan krizde iş dünyasının hiç mi hatası yok? Olmadığını düşünüyor Erdem. Çünkü devlet, batmakta olan bankaların pozisyonunu sadece seyretti; hortumlanan paralara ortak olan insanları görev başında tuttu; hatta batırılmakta ve dışarıya çalınmakta olanları destekledi. Peki ya itiraz hakkı? Bütün bunlara yeteri kadar itiraz edemediklerini söylüyor.

Zeynel Abidin Erdem, bugün için gelecekten umutlu. Çünkü iktidarda tek parti var ve geçmiş hükümetlerin kaybettiği zamanı kazanmak için Ak Parti iktidarı büyük çaba harcıyor, "inşallah bu söylediğimde mahcup olmam, isabetli bir ekip seçmiş olduk. Her kafadan bir ses çıkmayan bir yönetim tarzına kavuştuk" diyen Erdem, şu yorumu yapıyor:

"Üç sebepten dolayı ümitliyim; bir defa genç bir ekip, ikincisi ısrarlı bir ekip, üçüncüsü gitmek istemeyen bir ekip. Türk seçmeni aldatılacak bir seçmen değildir. DSP'yi 1.5'e indirdi. ANAP ve DYP'yi duman etti. MHP'yi yok etti. Bunu görenler söylediklerini uygulamak zorunda. AKP'nin Türkiye'ye tek başına faydalı olacağından şüphem yok. Sivil toplum kuruluşları 50 bin kilometre yaptı. 15 Avrupa devletini dolaştık, ilk kez oldu bu. Özal'ın ölümünden bu yana Tayyip Erdoğan'ın 15 gün içinde yaptığı seyahatler, neredeyse Özal'dan sonraki hükümetlerin yaptığı seyahatler kadardır. Önceki hükümetler diğer ülkelerle diyalogu ihmal etti. Türkiye bundan kaybetti. Ak Parti ise AB üyeliğine kararlılıkla sarıldı ve 12 Aralık'a kadar gerekeni fazlasıyla yaptı. Yeni hükümetimize inancımız tamdır. Ancak, Türk Milletinin bölünmez bütünlüğüne ve laik Cumhuriyete, Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlılık yitirildiği takdirde eleştirilerimizi yüksek sesle haykıracağımızı da bilmelidirler."

Zeynel Abidin Erdem, aynı zamanda Sudan Fahri Başkonsolosu. Onunla biraz bu kimliği üzerine konuşmak istiyorum ve fahri konsolos olarak neler yaptığını öğrenmek istiyorum. Her gelenden beklediği ama bir türlü kendisine sorulmayan bu sorudan oldukça mutlu. "Sudan'da yapılması gereken yatırımların Türkiye tarafından yapılmasını teşvik edebiliyorsanız fahriliği başarmış oluyorsunuz diyor. Erdem, bu göreve başlamadan önce yılda ortalama 200 kişi gidiyormuş Sudan'a. Bugün bu rakam 10 binlere ulaşmış. Sudan'ın, zannedildiği ve propaganda yapıldığı gibi terör ülkesi olmadığını ve Sudan'ın potansiyelini değerlendirmede birçok alternatifler yaratılması gerektiğini söylüyor ve şu örneği veriyor: "Örneğin ABD müttefikimizdir ve bu sayede en azından hizmet grubumuzu, iş yapma becerisi ve üretime dönük yatırımlar geliştirme fikrini bu ülkeye götürme imkanı bulabiliriz." Yılda en az üç kere gittiği bu ülkenin konsolosluğunu neden kabul ettiğini ise şöyle açıklıyor:

"Eğer bir devlet adamı, kendisini ziyaret eden bir Türk'ü şu cümlelerle karşılarsa, ben o ülkenin fahri konsolosluğunu değil, başka hizmetlerini de yürütürüm: 'Ben Sudan Cumhurbaşkanıyım. Fakat bir Osmanlı'nın önünde yürümem. Osmanlı benim ecdadımdır: ben Osmanlı'nın ekmeğini yiyen, Osmanlı'nın refahını yaşamış bir toplumun çocuğuyum. Dolayısıyla sizin önünüzde yürümem' diyecek kadar ülkemi, milletimi seven bir devlet başkanının teklifini memnuniyetle kabul edip fahri konsolos olurum." Zeynel Abidin Erdem'le daha konuşacak çok şey var ama Türkiye'nin sorunlarına burada nokta koyup Erdemin o çok renkli ve sosyal kişiliği üzerine de konuşmak istedim. Örneğin ikizi Nezih Erdem'le aynı özellikleri taşıyıp taşımadığını, hangi konularda çatıştıklarını, işleri nasıl paylaştıklarını... Erdemler dokuz kardeşmiş. Üç erkek, altı kız. "Kısmetli bir aile yani. Altı tane eniştem var" diyor. Nezih Beyin ise kendisinden daha çok sosyal olduğunu söylüyor ve şöyle devam ediyor: "Zaten tek yumurta ikiziyiz, çatıştığımız pek nokta olmaz. Herkes kendi sorumluluğundaki işleri yapar. Alanlarımıza karışmayız ama kumanda zincirine de çok bağlıyız. Şu anda kendisi beni ağabey ve lider kabul etmiştir. Ne dersem o olur. Dolayısıyla orada bir çatışmamız yok." Beğenilerinin bile aynı olduğunu belirtiyor Zeynel Abidin Erdem. Kıravattan saate, silaha kadar. Ve ikiziyle yaşadığı bir anısını söyle anlatıyor: "Bir gün Nezih Bey'e doğum günü için bir gömlek, bir kıravat aldım. Eve geldim ki aldığım paketi yatağın üzerinde gördüm. Herhalde dedim ölçüsü olmadı ya da beğenmedi. Telefon ettim, hediyeyi geri göndermişin, dedim. Hayır, dedi; sen geri gönderdin. Yok yahu dedim yatağımın üzerinde duruyor. Nasıl olur; o bana aç paketi dedi, ben ona aç dedim. Açtık paketleri ve ikimiz de birbirimize aynı şeyleri almışız; manşetleri düz beyaz olan çizgili bir gömlek, koyu kırmızı kıravat. O kadar aynı düşünüyoruz."

Zeynel Abidin Erdem, biri erkek olmak üzere iki çocuk sahibi. "Hayattaki en büyük değerlerim" diye söz ediyor onlardan. Henüz eğitimlerine devam ettikleri için holdingde söz sahibi değiller ama Nezih Bey'in iki oğlu yönetim kurulu üyeleri olarak kararlara katılıyorlar:

"Evet, diyeceğimiz bir karara onlar hayır derse saygı duyuyoruz. Çünkü yaptıkları hatalarla ve başarılarla yaşamalılar; aksi takdirde yetiştiremezsiniz. Hata yapıp kaybettirecek, çaba gösterip kazandıracak. İşte o zaman bu insanın geleceği açıktır. Bugün Fatih ya da Gökhan ne derse hemen uygulamaya koyarım veya tartışırım."

Peki, ya tatil planları? Bütün bir yılın yorgunluğunu nasıl atılıyor acaba? Maalesef bu son sorunun cevabı da yine Türkiye'nin belirsizliğini hala koruyan ekonomisine gelip dayanıyor: "Tatil, planımda var ama uygulamada hayatta olmadı. Olduysa da yarım kaldı. Çünkü Türkiye sürprizler ülkesi. Eğer bir Alman ya da İngiliz ekonomisinin tabi olduğu bir ticarethane sahibi olsaydım üç yılımı çok iyi ayarlardım. 40 yıllık birikimimin yüzde 60'ını, bir küçücük kavgada, Türkiye'deki bütün insanlar gibi kaybediyorsam ve hak edilmemiş bir kayıpla karşı karşıya kalıyorsam ben tatili de hak etmiyorum. Size ben sorayım, doların bir hafta içinde aynı kuru koruduğunu gördünüz mü? Peki, korunamayan bu değer üzerinde Türk lirasının muhatabısınız, ne yaparsınız? Akşama kadar elim yüreğimde Türk lirası sattığım malın akşam çıkacak olan dolar karşısında ne kadar kaybedeceğimi ya da düştüğü zaman ne kadar kazanacağımı düşündüğüm zaman çıldırıyorum; olay bu."