Haberler

İş dünyasında bir çırpıda büyüyen şirketlerin yanı sıra bir de yavaş yavaş ama sağlam adımlarla büyüyen şirketler vardır. Büyük bir hızla büyüyen şirketlerin yıldızı hemen sönebilir. Ama adım adım ilerleyenleri sarsmak biraz zordur.

Amerika İle Kaderimiz Kore Savaşında Keşişti Diyebilir Miyiz?

Tarih: 1.01.2008
  Yazdır

 

Amerika ile kaderimiz Kore Savaşında keşişti diyebilir miyiz ?

GLOBAL EKONOMİ DERGİSİ’NİN DR.ZEYNEL ABİDİN ERDEM İLE RÖPORTAJI – AĞUSTOS 2008

İşadamı, Türk Amerikan İş Adamları Derneği ( TABA ) Kurucusu ve Onursal ...

Dr. Zeynel Abidin ERDEM

Ve daha bu sayfalara sığdıramayacağımız ...

Merak ediyoruz, bu kadar işi bir yaşama nasıl sığdırdığını ve sohbet başlıyor... Sayın Erdem, çok eskilere gitsek ve Mardin desek size!
Mardin'li varlıklı bir aileden geliyorum. İş hayatına başlarken sermaye sıkıntım olmasa da işi daha İleriye götürmek için önemli bir misyon üstlenmem gerekiyordu. Sırtımda dedelere dayanan sermayeye sermaye katma telaşım hep oldu.

Bu durum daha da risk taşıyor elbette değil mi?
Tabiiki, dedemden ve babamdan aldığım bayrağı hem ileriye götürmek gerekiyordu, hem de risk almadan ilerleyip büyümek ana hedefimdi. Sanırım başarılı oldum.

İş adamı kimliğinizin yanı sıra önemli görevler üstlendiniz. Sivil toplum kuruluşlarıyla yaptığınızın başarılı çalışmalar önemli sesler getirdi. Özellikle TABA 
Evet, bu birazda yapı meselesi. Ben her zaman, her yerde Türkiye'yi iyi temsil edebilme içgüdüsü ile hareket ettim. TABA ile önemli işler başardık. En önemlisi de yirmi yılı aşkın süredir hemen her konuda Türkiye Amerikan arasında köprü görevini üstleniyor.

Sayın Erdem, Türkiye Amerika ilişkilerini geçmişten günümüze nasıl değerlendiriyorsunuz , iki ülke arasındaki ilişki nasıl bir süreç izliyor ? 
1950 yıllarında başlayan Türkiye Amerika ilişkileri, iki temel bağlamda bugünlere taşınmıştır. Birinci halka, Türkiye'nin NATO'ya kendisini ispat etme ve bu kuşakta yükümlülüklerini elde edebilme ve bunun imtihanına girme adına Kore'ye Amerikalılarla girmek bu durumun başlangıcı oluyor. İkincisi Nato bağlamındadır.

Amerika ile Kaderimiz Kore savaşıyla birlikte kesişti de diyebilir miyiz ?
Evet, Kore savaşı Amerika ile Türkiye'nin kesişme noktasıdır. Hem batı ittifakları arasında yer alma, hem de Türk askerinin niteliğini niceliğini, Osmanlıdan devralmış kültürü yaşatıp, yaşatmama hususunda önemli bir karardır.

İkinci husus da NATO bağlamındadır demiştiniz, biraz açabilir miyiz bu bağlamı ? 
Biliyorsunuz; kırmızı kuşak, bütün Avrupa'nın hemen hemen batı ucunun son noktalarına kadar ulaşmış askeri ve sosyalist strateji birliğinin hattıydı. Ve bu hat, soğuk toprakların sıcak denizlere ulaşma, Afrika gibi önemli kaynakların yollarını açma çabası içerisinde kültürel bir devrim yapma, daha sonra da sosyal ve siyasal ittifaklarla Türkiye'yi ele geçirme çabalarıydı.

AB TÜRKİYE'NİN MUTLAKA GİRMESİ GEREKEN BİR İTTİFAKTIR GEREK İNSAN HAKLARINA DAYANDIĞI NOKTADA EN İYİ NOKTASIDIR. GEREKSE SAVAŞLARIN VE GELECEKTEKİ NEGATİF DURUMLARIN ENGELLENMESİNİN BİR İTTİFAKIDIR. AB'YE GİRMELİYİZ GİRMEK ZORUNDAYIZ. ANCAK AB BİZİ MECBUR KALIRSA ALIR, BEN DURUMUMUZU BÖYLE GÖRÜYORUM.

Kominizmin dünyada yükselen değer oluşundan Türkiye zarar görmek üzereydi ve bu durumu Amerika engelledi diyorsunuz öyle mi?
Evet, Amerika’lılar hem ekonomik hem de askeri alanda Türkiye’yi inanılmaz derecede doğru teşhis ederek, yoğun bir harcamada yaparak bu durumu engellediler. Böylece, zaman içerisinde Türkiye Nato’nun önemli bir ittifakı olmuştur.

Zaman içerisinde Kominizmin çöküşü de etkili olmamış mıdır bu sonuca…?
Zaman hızla ilerleyip, kominizm manevi ve maddi değerler üzerinde kurulmuş yanlış bir ideoloji olduğu anlaşılınca, 90’lı yıllara geldiğimizde çürümüş bir meyvenin yapısını oluşturan ekonomik işleyişin, bozuk olduğu hissedilmiştir. Gorbaçov tarafından da kominizmin bitiş harekatı başlatılınca, Rusya, kendi ayağı üzerinde kalabilmek adına kendi kabuğuna çekilmiş ve böylelikle başka ve yeni bir sürece girmiştir.

Yakın komşumuzda bunlar olurken, Türkiye’de daha sonraları Özal dönemi diye anılacak olan yeni bir dönem başlamıştı. Sizin de Özal’a hayranlığınızı biliyoruz. Nasıl değerlendireceksiniz Türkiye açısından bu dönemi?
Rahmetli Özal’a hayran olmamak mümkün mü? Türkiye o dönemde çok önemli bir kişilik tarafından yönetiliyordu. Özal döneminden bahsediyorum elbette. Özal Bush ile olan iyi ilişkilerinden dolayı; yakın ittifak görüşmelerinde, gözetlenmiştir. Türkiye, korunmuş ve kollanmış bir Türkiye, maddi ve askeri destek bakımından desteklenmiş bir Türkiye konumunda idi. Avrupa Birliğine giriş çabaları da, o standartlara ulaşma adına yine Özal döneminde başlatılmıştır.

Türkiye Özal döneminde yüzünü Avrupa’ya dönmüştür diyebilir miyiz o zaman. Ve Özal’a yakın isimlerden biri olarak Özal’ın Kerkük ve Musul ile ilgili planları neydi?
Kesinlikle. Ancak, Amerika o tarihte; Özal’ın kendi itiraflarını söylüyorum; Kuzey Irak’ı yani Musul ve Kerkük’ün tarihteki anlaşmalarımızdan dolayı kontrole alınması hususunda Türkiye’nin önünü açtığını, yazılı olmamak kaydıyla sözlü ama ciddi bir söz verdiğini buraya girildiği takdirde destekleneceğini, kendisine ait olan Osmanlı döneminden kalmış anlaşmalarla bağlı kalmış olan bu toprakların; Türkiye tarafından korunduğu takdirde, ileride o topraklarda anarşik bir eylem yapılmayacağı söylendi. Ve buna göre siyasi bir stretejisi izlendi.

Peki bütün bunlar neden olmadı?
Şöyle söyleyeyim; belki o gün ordu Özal’ın projesini destekliyor ve yanında duruyor olsaydı ve mecliste buna evet diyor olsaydı, bugün PKK yoktu. Bugün Irak’ta Amerikalı yoktu.

Şu anda tüm bu projeler sadece geçmişte kaldığından birer senaryo. Ancak önümüzde AB var. Ne dersiniz, AB Türkiye için gerekli mi , AB Türkiye konusunda ne kadar samimi ?
AB Türkiye’nin mutlaka girmesi gerek bir ittifaktır. Gerek insan haklarının dayandığı noktada en iyi noktasıdır. Gerekse savaşların ve gelecekteki negatif durumların engellenmesinin bir ittifakıdır. AB’ye girmeliyiz, girmek zorundayız. Ancak AB, bizi mecbur kalırsa alır. Ben durumumuzu böyle görüyorum.

Nasıl bir mecburiyet bu, biraz açabilir misiniz ? Fransa başta olmak üzere bir çok bize muhalefet yapan ülke varken bahsettiğiniz mecburiyet nasıl gerçekleşecek ?
Muhalefet eden ülkelerin aşırıklarını engelleyebildiğimiz zaman. Bu çaba on beş seneyi geçebilir, geçtiği takdirde de zaten AB size girmeye çalışacaktır düşüncesindeyim.

Neden?
Çünkü, Avrupa bu zaman zarfında nüfus yoğunluğunu kaybetmiş, maddi bakımdan zengin, insan kaynakları bakımından fakir eylem ve sosyalizasyonunu yürütemeyen, hizmet ekibi olmayan bir coğrafya haline gelecektir. Bu zaman içerisinde de Türkiye genç, dinamik ve kültür seviyesi yüksek nüfusuyla AB'ye taze kan getirecektir. Ve önemlisi de kendi içerisinde yaşayan Türk-Kürt-Sunni ve Alevi ittifakıyla da cazip olacaktır.

BELKİ O GÜN ORDU TURGUT ÖZAL'N PROJESİNİ DESTEKLİYOR VE YANINDA DURUYOR OLSAYDI, BUGÜN PKK YOKTU. BUGÜN IRAK'TA AMERİKALI YOKTU.

Dışarıdan Türkiye üzerinde bu kadar bölmek adına oyunlar oynanırken onbeş sene sonra ittifak hala devam edebilir mi sizce? 
Bizim Kürt'ümüz-Türk'ünüz Özal'dan beri barışık. Para kaynakları üzerinde etkinliğini sürdürmekte olan anarşik olaylar kabuğu ancak biraz kırarlar. Ama asla yumurtanın içerisine giremezler. Çünkü biz aynı kaynağın, aynı Rab'bin, aynı dilin ve dinin çocuklarıyız. Hepimiz bir bütün olmuşuz, akrabayız. Kız almışız, kız vermişiz. Bu ülke üzerinde bu oyunları yapanlar, harcadıkları parayla eylem yapabilirler. Ülkede elektrikler kesildimi anlayacaklardır ve 'çok afedersiniz biz hata yapmışız' diyeceklerdir. Bizim yapımızda tarihte de görüldüğü gibi, bizi birleştirici noktalar olmuştur.

Son günlerde çokça konuşulan ve tartışılan 'laiklik ve üniter yapımız tehlikededir' düşüncelerine ne diyorsunuz? 'Türkiye değişim değil, dönüşüm geçiriyor' düşüncesine katılıyor musunuz? 
Türkiye şu an için doğum sancısı çekiyor. Bence bu sancı, iki seçim arifesi daha sürer. Fakat giderek kabuğundan sıyrılan, kimliğini yerleştirmiş, neyin üzerinde hayatını sürdüreceği belirlenmiştir. Türkiye yolunu bulmuştur; Türkiye laik cumhuriyet, insan hak ve özgürlüklerine saygılı olacak şekilde yerini bulmuştur. Yani Türkiye'nin bazı iddialara göre şeriat ülkesi olacağı konusundaki inancım sıfırdır, böyle şey olmaz. Ama bu harekete talep yok mudur? Vardır. Bu hareket ve bu talep dünya kurulduğundan beri bütün ülkelerde farklı ideoloji ve kaynaklarda öndedir. Çarpışmalar olmuştur. Fakat sonra dönüp bakılmıştır, bu bize uyan bir pijama değildir.

Sayın Erdem, AKP hükümetinin politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
AKP hükümetinin ekonomik alanda yaptığı çalışmaları başarılı buluyorum. Bütün iş adamları yaşamlarının kırk-elli senesi içerisinde kazanmadıkları kadar para kazandılar, sermayelerini üçe katladılar.

Peki ya dış borçlanma ne olacak? 
Bakın, AKP hükümeti sosyalizasyonda işçiyi belli bir noktaya taşıdı. Gecekondunun bugünkü pozisyonu on sene içerisinde AKP'nin koyduğu temeller üzerinden hareket edilirse, efendi bir pozisyona dönecek, İtilmiş kakılmışlıktan apartman ve düzgün bir yaşam tarzına dönecektir ve kısmen de dönmüştür. Bu temelleri atmak, bu temellerle yürümek çok kolay değildir. Bu süreç içerisinde evet Türkiye 400 milyar dolar borçlandı, demek ki; borçlanmadan da yürütülmüyor.

BİZİM KÜRT'ÜMÜZ -TÜRK'ÜMÜZ ÖZAL'DAN BERİ BARIŞIK. PARA KAYNAKLARI ÜZERİNDE ETKİNLİĞİNİ SÜRDÜRMEKTE OLAN ANARŞİK OLAYLAR, KABUĞU ANCAK BİRAZ KIRARLAR. AMA ASLA YUMURTANIN İÇERİSİNE GİREMEZLER. ÇÜNKÜ BİZ AYNI KAYNAĞIN, AYNI RABBİN, AYNI DİLİN VE DİNİN ÇOCUKLARIYIZ.

Borç yiğidin kamçısıdır diyorsunuz öyle mi?
Borçlanacaksın, ülkeni kalkındıracaksın, karşılığını ödeyip vereceksin. Hadi borçlanmayayım belim bükük, bağrım yanık, fakirim daha fakir, iş adamım daha fakir zaten. Bu fakirlikler olduğu takdirde dediğim gibi hürriyetler ve insan hak ve özgürlükleri kaybolur. Bakın AKP geldi ve o örselenmiş partilerin yerine yerleşti. Siyasi yönetimi Avrupa'ya ve ekonomiyi de IMF'e bağladı, kendisi de içeride çalışmaya devam etti. Yani, yerel çalışmalarını sürdürdü. Kültürel, sağlık ve sosyalizasyon çalışmalarına devam etti. İş meselelerine yöneldi ve iş alemiyle barıştı.

Son günlerde hükümetin arası iş alemiyle hiçte barışık görünmüyor! Yaşanan olayların gerginliklerinden sinirlerin bozulduğu doğrudur ancak on-on beş güne kadar Türkiye yeniden şekillenecek yeniden barışacaktır, kimse durmaz herkes yürüyecektir.

Sayın Erdem, yaptığımız bu güzel sohbet için çok teşekkür ederiz. İyi ve olumlu düşünceleriniz, okurlara moral olacak kanısındayım.

Röportaj - Haber : Müge Meşe

Yorumla