Haberler

İş dünyasında bir çırpıda büyüyen şirketlerin yanı sıra bir de yavaş yavaş ama sağlam adımlarla büyüyen şirketler vardır. Büyük bir hızla büyüyen şirketlerin yıldızı hemen sönebilir. Ama adım adım ilerleyenleri sarsmak biraz zordur.

Le Monde Diplomatik Röportajı

Tarih: 1.01.2009
  Yazdır

 

Bütün dünya döndü baktı ki evet Türkiye kavşak bir nokta, bu kavşak noktaya Obama da gelir, tebrik ve desteğini sağlar; AB de gelip desteğini sağlar. Kaldı ki Obama Türkiye’nin stratejik ortağı bir ülkenin lideri. Dün Bush da aynı şeyi yaptı ve Dolmabahçe Sarayı’nın bitişiğindeki caminin arkasında durup şunu söyledi: “Biz Türkiye ile beraberiz. “ Bugün de değişen bir şey yok. Obama da Türkiye ile beraber olacaktır. Ama her zaman, her şey adil, karşılıklı menfaatler ve güvene dayalı olmalıdır.

TABA ( Türk Amerikan İşadamları Derneği ) Onursal Başkanı ve DEIK Yönetim Kurulu Üyesi Dr.Zeynel Abidin Erdem, Uluslar arası ekonomi konularında “özgün” tespitleriyle bilinen bir iş adamı. Erdem ulusal basının yanı sıra, uluslar arası basının da, çeşitli konularda “ ne düşündüğünü” öğrenmek istediği bir isim. Erdem’in mahdut kişilerce bilinen bir özelliği ise Türkiye Amerika ilişkilerinde ve bazı başka ülkelerle yaşanan sorunlarda devreye girmiş ve krizleri tatlıya bağlamış “ usta bir diplomat” olması.

< Birkaç ay önceki bir ziyaretimizde, Barack Obama ‘nın seçimleri kazanıp kazanamayacağı daha belli değilken, masasının üzerinde Obama’yla ilgili iki kitabın bulunması, onun geleceğine görmesine dair bir örnek olarak verilebilir. Erdem’e göre “Amerikan halkı radikal bir değişim istedi ve yeni Başkanını seçti. Barack Obama bu değişimin ta kendisi. İsmiyle, rengiyle, konuşmasıyla, fikirleriyle değişimin simgesi olarak sadece ABD ‘de değil, bütün dünyada “bir umut” olarak algılanıyor.

Zeynel Abidin Erdem, ABD Başkanı Obama’nın Türkiye ziyaretinden birkaç gün önce Levent’teki ofisinde bizi kabul etti ve sorularımızı cevapladı:

Soru: Türkiye’nin Asya ve Afrika açılımı, bazı kesimler tarafından “Türkiye Batı’ya arkasını dönüyor” şeklinde değerlendiriliyor, buna katılıyor musunuz, yoksa bu aslında geç kalmış bir adım mı?

Zeynel Abidin Erdem: Katiyetle “Türkiye Avrupa’dan uzaklaşıyor” ifadesini kullanmam, kullananları da uyarırım. Onlar Türkiye’nin önünü kesmeye çalışan, Türkiye’nin diplomatik ve aynı zamanda dış politikalarının genişlemesini engellemeye çalışan ufak tefek fikir ve düşünce sahibi adamlardır. Onları uyarıyorum ve onlara soruyorum: Siz Türkiye’nin Afrika açılımını, ‘Avrupa’dan uzaklaşmayla’ nasıl bağdaştırıyorsunuz?

Avrupa’ya satamadığımı Afrika’ya satabiliyorsam, Türkiye’nin ürettiğinin %80’ni Afrika ve Orta doğuyla Asya ülkeleri alıyorsa, onlara yaklaşmak gibi bir politika Avrupa’dan uzaklaşmak değildir.

Dolayısıyla geç kalmışızdır Afrika’ya yaklaşmakta. Sayın Süleyman Demirel zamanında başlayan Sudan açılımı bugün diğer on ülkeye ulaşmıştır. Eritre dahil olmak üzere birçok yere THY başarıyla uçak kaldırmaktadır. Keşke bunlar 10-15 yıl evvel olsaydı. Afrika’ya geç kalınmıştır, Afrika’ya doğru yaklaşılmalıdır siyasetende yaklaşılmalıdır ekonomik açıdan da yaklaşılmalıdır.

Soru: Cezayir Cumhurbaşkanı, ‘Osmanlı Milletler Topluluğunu Kuralım’ çağrısında bulunmuştu…

Erdem: Bu konuda kendisine katılmıyorum. Bizim Osmanlıyı kurmak gibi bir düşüncemiz yoktur. Osmanlı evlatları olduğumuzu iftiharla kabul edip göreceğiz ama o devir kapanmıştır. “Osmanlı” ailelerden biri benim ailemdir ama o devir kapanmıştır. Şimdi Cumhuriyet devridir, modern dünya devridir, demokrasi devridir.

Soru: Türkiye’nin bu açılımına Avrupa tabii ki “buyur” demeyecektir. Peki Türkiye gerektiğinde restleşebilmeli mi?

Erdem: Hayır, Türkiye restleşecek noktaya gelmeme hususunda diplomatik faaliyetlerini sürdürüp, kendi hikâyesini, kendi idealini ve ideolojisini anlatmalıdır. Her ne kadar hoşlarına gitmeyecek ve bazı ekonomik kapıları kapanacak gibi gözüküyor ise de Avrupalılar, Afrika’ya zaman içerisinde Türkiye üzerinden daha da kolay ulaşabileceklerdir. Türkiye neden Afrika’ya daha kolay ulaşabiliyor?

Çünkü mevcut Afrika nüfusunun %60–65’i, birçok bağlamda, geçmiş Osmanlı döneminden bu yana Türklerle birlikte yaşamışlar ve hem askeri, hem siyasi, hem stratejik alanda iş birliği yapmışlardır. 400 Sene kadar Ortadoğu’da, 240 sene kadar Kuzey Afrika’da Osmanlılar hüküm sürmüştür.

Ve bu süreç içersinde saygınlıklarını kabul ettirmiş, bu insanlara zarar vermemiş, dinlerine dillerine karışmamıştır. Karışmamasında da en büyük etken aynı din ve aynı dili paylaşmış olmalarıdır. Sonuç itibariyle Afrika’ya açılımda geç kalmışız, çoook geç kalmışız.

Soru: 500 Yıl Vakfı Genel Sekreteri Harry Ojalvo ‘1960-1970’lerde işçi olarak Almanya’ya gitmek yerine Güney Afrika’ya gitmeliydik’ diyor.

Erdem: “Türkiye Alamancılar sayesinde Liberalizmi öğrendi”

Erdem: Eğer Türkiye yaklaşık iki milyon insanını Almanya’ya göndermeyip, 1970’lerin başlangıcında ülkemize inanılmaz bir döviz akımı başlıyor olmasaydı, Türkiye komünist olurdu. Çünkü Türkiye liberalizmi tanıyor-tanımıyor arası, hür ve bağımsız yaşamanın, modern ve teknolojik gelişmenin, aydın bir ulusun yaşam tarzını Almanya’dan öğrendi.

Türkiye karanlıkta değildi fakat o dönemleri yaşamıyordu. Elektriği yoktu, enerjisi yoktu, petrolü yoktu, aydın sınıfı azdı ve bunlar da belli bir sınıfın da etki alanı içersindeydi. Bu sınıf, malum sınıflardır. Dolayısıyla Türkiye’nin önü kapalıydı. Fakat Almanya’ya ve Avrupa’ya işçi gidince, yavaş yavaş sosyalizme dönen Türkiye’nin, geri gidişini, yani sosyalizmi kabul etmeyip liberalizmi kabul edişini, fötr şapkalı gelen Türk işçisinin cebindeki döviz, aydın hikâyeleri, mülk edinme hakkı, elindeki teknolojik radyosu ve benzerleri köylümüzün, o zaman % 65 köylümüz vardı, aklını liberalizme çevirdi. Ve o zaman sağ partililer, eriyip giderken, birden sol’u aşmaya başlayıp, tekrar iktidara gelmeye başladılar.

Bu, o dönemin hikayesidir, fakat bu hikayeyi kavrayıp, anlayıp, halka kompleksten dolayı anlatmaya çalışan adam yoktur. İşçiydik, fötr şapka taktık, elimizde radyo getirdik, Mercedes arabamızla geri döndük, Mark’larımızla döndük ve insanlar orda şunu anladılar: “İstediğini yapabiliyorsun, istediğini yiyorsun, istediğin gibi harcıyorsun, paran varsa her şeyi yapıyorsun, mülk edinme hakkına sahipsin, bağımsız hür ve demokratik bir düzendesin.”

Bunların tarifini bile bilmeyen adamlar, gelip Türkiye’de bunları tarif etmeye başladılar.

O yıllarda Türkiye bir kazanım ve kurtuluş yolu arıyordu. O zaman “toprak işleyenin, su kullananın” sloganıyla Ecevit sollaştırmaya çalıştırıyordu Anadolu köylüsünü. Fakat bu söylediğim açılım, o işin önünü tıkadı ve aldı yürüdü ekonomi Türkiye’de.

O zamanlar Türkiye’nin hangi gelirleri vardı: İncir, fındık, tütün ve benzeri gıda maddelerinin ihracatı vardı. Sanayisi yoktu, petrolü yoktu, insan emeğine dönük tekstili yoktu, hiçbir şeyi yoktu. Söylediğim bu maddelerin toplam geliri de 1-2 milyar dolardı.

Oysa ki işçinin 3 milyar dolar katılımı vardı bize. O güzelim Türk köylüsü, şimdi aşağıladıkları Türk işçisi, elini avucunu her tarafını toplayıp, kendi memleketinde bir ev bir tarla almak için oradan paralarını getirdi. Lüks bir arabayla geldi ve köylüye dedi ki “bakın orda aydın bir dünya var, 24 saat kesilmeyen elektrik var- ki Türkiye o zaman altı saat elektrik alıyordu- buzdolapları bedava” dedi.

O zamanlar Türkiye’de Anadol ve Murat araba satın almak isteyenlere 2 yıl sıra veriliyordu. Kim kimi aldatıyor? Bu yüzden Avrupa’ya giden Türk işçileri, Türkiye’yi kurtarmıştır.

Soru: Başka bir açıdan bakıldığı zaman…?

Erdem: Yani başka bir açıdan bakıldığı zaman, ahlaki ve diğer açıdan baktığınız zaman tabiî ki bir bozulma olmuştur. Onu da şimdiki bir takım Müslüman misyonerlerimiz, yeni nesli toplayıp, annenin, bayrağın, atanın, vatanın kim olduğunu, ne olduğunu iyi ifade etmekle kıbleye çevirdiler o işi. Ve düzgün de gidiyorlar, aşırılığa kaymamak şartıyla bu sürdürüldüğü zaman, Türkiye’nin kurtuluşudur.

Soru: Yüksek cari açık, borçla çevrilen borç, Türkiye’yi Batı’yla beraber hareket etmeye zorluyor. Türkiye nasıl bir ekonomi modeli benimsemeli ki, ekonomide bağımsız olabilsin?

Erdem: Türkiye bu ekonomiyi takip ederse kurtulur. Türkiye 6 yıl evvel şimdiki borcun sekiz misli kadar miktarda IMF’ye borçluydu. Şuanda sekiz milyar dolar borcumuz var, 6 yıl önce 60-70 milyar dolar borcumuz vardı. Borç yiğidin kamçısıdır. Belki herkes borçtan korkuyor veya bir takım tutucular borçtan korkuyorlar, fakat borçtan korkmamak lazım, neden, çünkü borç yiğidin kamçısıdır. Borçlu olmayan bana Amerika gösterin, borçlu olmayan Fransa gösterin, borçlu olmayan Almanya gösterin. Bütçelerini incelediğiniz zaman bütün dünyanın birbirinden borç alarak büyüme hamlesi yapmakta olduğunu görürsünüz.

Keşke Türkiye kullanılabilir ve daha büyük borçlar alsa ve problemini aşsa… Bu sebeple bu model, doğru bir modeldir. Bu modelin devamında düz yola çıkacağımıza inanıyorum.

Soru: Son açılımları gösterdi ki, ABD İslam dünyasıyla barışmak istiyor. Bu acaba bir nefes alma dönemi mi olacak, yoksa ABD İslam dünyasına dair planlarını gerçekten bir kenara mı itti?

Erdem: Biliyorsunuz ben Türk Amerikan İş Adamları Derneği Onursal Başkanı’yım ve Türk-Amerikan ilişkilerine pozitif çok katkılarım olmuştur.

Türkiye’nin de ABD ile birçok açılımını ve yükselişini görebileceğimizi düşünüyorum. Çünkü ABD, Türkiye’yi kıskanmamakta, Amerika, Türkiye ile stratejik ortaklık sayesinde Orta Doğuda başarılı olabileceğini anlamakta, Türkiye’nin; çok güçlü, disiplinli ve dünyanın 4. büyük ordusuna sahip olduğunu bilmekte. Orta Doğu petrol ve diğer enerji kaynaklarının Türkiye üzerinden geçeceğini de, Türkiye’yi kullanarak bir noktaya ulaştırabileceğini anlamış ve okumuş olmakta.

Washington Yönetimi, Orta Doğu’daki negatif efektlere karşı Türkiye’nin ABD ile iş birliği yaparak bir noktaya ulaşabileceğini ve barışı sağlayabileceğini, İran’ı bile kontrol edebileceğini bilmektedir. Dolayısıyla İslam dünyasına, Clinton zamanında da diğer başkanlar zamanında da çok iyi bakan Türk Amerikan ilişkileri ve Türk İslam ilişkileri ancak Bush’lar döneminde bozulmuştur. Neden? Çünkü Toprak işgaline girilmiştir, Irak işgal edilmiştir, 4 milyon Müslüman kaybolmuş, öldürülmüş veya mağdur olmuştur. Ancak bizi ilgilendiren bu olmakta beraber, bizi Filistin de ilgilendirmektedir. İsrail’in taşkınlıklarını Amerika kanalıyla Türkiye’nin dizginleyebileceğini düşünüyoruz. Yani Türk-Amerikan ilişkilerinin mutlaka devam etmesi düşüncesindeyim.

Bu devamlılığın da Türkiye’nin menfaatlerine olduğu zaman arkasında durabiliriz. Eğer bilmediğimiz ve anlamadığımız bir takım değer yargıları üzerinde bu işler yürüyorsa, karşı duracağımız ve hükümeti de uyaracağımız bir gerçektir. Dolayısıyla ben Fransa’nın Türkiye üzerindeki hesaplarını, Avrupa’ya yönelik olan ve barış dünyasının içerisine girmeye çalışan bir Türkiye’yi neden dışarı itmeye çalıştığını ve Avusturya’nın neden karşı koyduğunu anlıyorum. Çünkü tarih okuyan insanım, geçmişte insanlar kan izi arıyorlar. Biz bunlara tarihteki bir takım hadiselerden dolayı bir sıkıntı vermiş olabiliriz. Bu sıkıntının karşılığını vermeye çalışıyorlar ama çok aptalca bir şey düşünüyorlar onlar.

Hala Türkiye’nin Osmanlılaşacağını ve onlara doğru yöneleceğinden korkuyorlar, yarın nüfus yoğunluğundan dolayı parlamentoyu kontrol edebileceğini, Avrupa Parlamentosu’nu kontrol edebileceğinden korkuyorlar. Oysaki Türkiye, gördüğünüz gibi Kürdü ile, Lazı ile, Çerkezi ile Arap, Alevi ve Sünnisi ile Türkiye’nin parlamentosunu yönetiyor ve gayet demokratik götürüyor. Avrupa’nın kurtuluşu Türkiye ile olacaktır, çünkü Türkiye’nin hem gelecek genç nüfusu, hem okumuş nüfusunun bütün dünyaya yayılmış olması, hem Orta Doğudaki enerji kaynaklarını müşterek kullanıp, barış adına kullanıp, Avrupa’ya taşıyabileceğimizi anlamış olması gerekiyor. Le Monde’da bazı makalelerde de görüldüğü gibi İslamlaşan bir Türkiye’den çekinmektedirler. Oysa Türkiye İslamlaşamaz. Türkiye artık kanalını bulmuştur, laik, demokratik ve bağımsız bir toplum sahibidir. Önümüzdeki dönemde bir takım aksaklıklar, eksiklikler toparlanacak, değişecektir. Bazı hürriyetler ve insan hakları ve özgürlükler üzerinde düzeltmeler olacaktır. Dolayısıyla Amerika’nın Türkiye’ye, Türkiye’nin Avrupa’ya, Avrupa’nın Orta Asya’ya, global bir hareketin Türkiye üzerinden olabileceğini düşünüyorum.

Soru: Şerif Kaynar, Türkiye’deki bazı sorunların sebebinin “gereğinden fazla demokrasi” olduğunu söylüyor.

Erdem: Katılmıyorum, Türkiye’de az demokrasi olabiliyor, demokraside bazı sıkıntılar vardır. O bazı sorunları; fazla demokrasiye değil, demokrasiyi kullanma kültürünün olmayışına bağlıyorum ben. Yanlış anladığımız bir demokrasiyi uyguluyoruz. Demokrasi derken başkasının hakkına tecavüz değil, başkasının hakkına saygı diye kabul ediyorum. Geçmişte hepimizin bildiği gibi Kürt kökenli Cumhurbaşkanımız , Kürt kökenli Genelkurmay başkanımız, Kürt kökenli Bakanımız, Kürt kökenli milletvekillerimiz, en zengin müteahhidimizden Kürt kökenli olanlar vardır. Buna rağmen hala Kürt vatandaşlarımız Türkiye’yi aşındırmaya çalışıyor.Terbiyesiz birkaç tane milletvekilinin konuşma adabından dolayı bütün Türkiye rahatsız olmaktadır, Kürt halkı rahatsız olmaktadır. Oysaki parlamenter olma hakkı insanlara terbiyesiz olma hakkını da vermez. Aksine sağduyu sahibi olma sorumluluğunu verir.

Soru: Sayın Cumhurbaşkanı Gül, Suudi Arabistan’a gitti, ardından Rusya’ya gitti. Dolar yerine Ruble’yle ticaret teklifi yapıldı. Türkiye ve Rusya arasında Rubleyle ticaret kolay mıdır?

Erdem: Ben sadece Ruble’yle ticareti düşünmüyorum, Dolar’la da, Euro’yla da, Ruble’yle de Riyalle de Türkiye’nin tüm kasalarının bununla çalışabilir noktada olmasını bekliyorum. Çünkü Avrupa’da her türlü parayla her şeyi alıp satabiliyorsunuz, neden Türkiye olmasın?

Sayın Cumhurbaşkanımızın ve Başbakanımızın bu atılımı gerçekten bizi de cesaretlendiriyor ve tekrar ediyorum, Malezya parasının da en az dolar kadar, Riyalinde en az Ruble kadar Türkiye’de geçerli olmasını, efektif olmasını istiyorum.

Soru: Batı bloğu karşısındaki ülkelerle yakınlaşmak dengeleri nasıl etkiler peki?

Erdem: Türkiye korkarak artık yaşamını sürdüremez. Siz bir Türkiye Cumhuriyeti Başbakanının, dünyanın gözü önünde, bir İsrail Cumhurbaşkanına pozisyonunu hatırlatabileceğini düşünemezdiniz bile. Artık Türkiye güçlü, Türkiye kendini kabul ettirmiş, hukukun yanında gerçekleri savunabilen, aşağılık kompleksini atmış bir ülke olduğunu Recep Tayip Erdoğan’la ispat etti Davos’ta.

Dolayısıyla İsrail’in 1300 kişiyi katlettikten sonra, gidip övünerek yaptıklarını anlatmasına karşılık Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı “hayır siz adam öldürdünüz ve şunları yaptınız” diyebilme cesaretini taşıyor. Bugün eğer O Cumhurbaşkanı veya Başbakan bunları söylemiyor olsaydı, Türk halkı başka türlü bunu dillendirecekti. Nitekim her Cuma günü Filistinlilerin mağduriyetini Türkiye’deki bütün camilerde gözlüyoruz. İsrail’in yaptığının doğru olmadığını haykıran seksen milyon bir Türk vatandaşının, bir buçuk milyar bir Müslüman vatandaşın olduğunu görüyoruz. Bu bir ikazdır, bu bir başlangıçtır, ileride bunların daha iyi bir dille haksızlara haykırılacağını gözlüyorum. Dolayısıyla Türkiye o komplekslerden korkmamalı, Şanghay Beşlisi, yok G 3’ler, yok G 5’ler, bunları dinlememeli, Türkiye kendi pozisyonunu ve mevziini koruma, gerektiği zaman da ekonomik taarruzu; ihracatıyla, makine parkıyla, kültürel kafasıyla, mühendislik yapısıyla, bilgisayar uzmanlarının dünyaya dağılımıyla kanıtlamalı ve kendini hissettirmelidir. Bundan dolayı her iki şahsı; Sayın Cumhurbaşkanımızı ve Başbakanımızı kutluyorum.

Biz birinciliğe oynamazsak ikinciliğe sahip olamayız. Tüm dünyada koşucular bile kulvarlarında hangi yerde olursa olsun ipi göğüslemeye koşuyorlar. Türkiye mevziini, birinci sınıf mevzi olarak tarif edip ikinciliğe bile razı olmamalı, çünkü Türkiye düzgün ve gayet başarılı bir ülke. 15 Sene sonra Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne ihtiyacı yok.

Soru: Peki Türkiye başka ülkelerle yeni bir birlik oluşturabilir mi?

Erdem: Hayır, Türkiye kimseyle yeni bir birlik oluşturma ihtiyacına sahip değildir. Çünkü aksi halde siz karşınızda yeni birlik görürsünüz. Türkiye’nin şu anda içerisinde olduğu bir Avrupa Birliği paktı vardır. Türkiye Amerika’daki stratejik ortaklığını korumaktadır ve bunlar yetiyor. Biz ne İran’a, ne Suudi Arabistan’a, ne Irak’a ne Sudan’a “gel kardeşim yeni bir İslam mevzii kuralım” diye yanaşmayacağız.

Soru: Bazı yerlerde Rusya, İsrail, Japonya, Türkiye ittifakı konuşuluyor.

Erdem: Bir kere İsrail ve Rusya hala ortak değiller, İsrail; Amerika ile ortaktır. Türkiye ile de ihtiyacı olduğu için ortaktır. Yoksa İsrail Türkiye’yi çok sevdiğinden dolayı Türkiye ile ortak falan değildir. İhtiyacı ve mecburiyetleri olduğu için öyle.

Soru: “Size hayat borcumuz var” diyorlar…

Erdem: Hayat borcu olanlar, peygamberleriyle bile birlik olup savaşamayanlar, 1915’te katırcı Musevi birliklerini karşımızda Çanakkale’de görüyoruz. Herkesin ne olduğunu, kimin sirkeyi bal diye sattığını artık Türk halkı görüyor. Dolayısıyla tamam bazı ittifaklarda birlikte olacağız, ama biz, seksen milyon Türkümüz, Lazımız, Alevimiz, Çerkezimiz, Kürtümüz, Süryanimiz el ele kol kola mevziimizi koruyacağız. Bu kadar basit. Bu kültür zenginliğimizi her bakımdan koruyacağız. Türkiye bu birlikteliği barış ile doğru bir noktaya doğru taşımaktadır.

Soru: Türkiye’yi bir balığa benzetirsek, ABD Başkanı Obama’nın ziyareti, Türkiye’nin akvaryumunu genişletmeyi kabul etmeli midir, yoksa Türkiye, Batı’yı kendisini kabul etmeye mecbur mu bırakmıştır?

Erdem: Türkiye kabul görmeye başlayan bir devlet olma niteliğini hissettirmiştir. Türkiye, dünkü Türkiye değil. Türkiye AB tarafından da kabul görecektir. Türkiye ABD tarafından da kabul görecektir. Türkiye Batı’da da Doğu’da da itibarlı ve seviyeli bir ülkedir, çünkü Türkiye Yüce Atatürk’ün buyurduğu gibi “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” sloganını benimseyip hareket etmiş ve ispat etmiştir kendini. Şöyle ki; Hindistan’da bombalanan Mumbai Pakistan’la savaş noktasına kadar taşınırken barış için Türkiye devrede. Rusya’nın Gürcistan’a saldırısında yine sahnede Türkiye ve yine barış için. Afganistan-Pakistan kavgasında barış için Türkiye yine sahnede. Suriye-İsrail barışması için sahnede yine Türkiye. Filistin-İsrail ittifakının birleştirilmesi ve Filistinlilerin toprakları üzerinde İsrail ile birlikte yaşama politika ve çalışmasında yine sahnede Türkiye. O zaman bütün dünya döndü baktı ki evet burası kavşak bir nokta, bu kavşak noktaya Obama da gelir tebrik ve desteğini sağlar, AB gelip desteğini sağlar. Kaldı ki Obama Türkiye’nin stratejik ortağı bir ülkenin lideri. Dün Bush ta aynı şeyi yaptı ve Dolmabahçe Sarayı’nın bitişiğindeki caminin arkasında durup şunu söyledi: “Biz Türkiye ile beraberiz”

Bugün değişen bir şey yok, Obama da Türkiye ile beraber olacaktır. Ama her zaman, her şeyin adil, karşılıklı menfaatler, güven ve stratejik destek konularında uzlaşılması ile bir ittifaklar olmalıdır. Teşekkür ederim.

Soru: 5-6 Nisan tarihinde “Medeniyetler İttifakı II. Forumu” İstanbul’da yapıldı. İspanya Başbakanı bu toplantıda bir konuşma yaptı, barış ve uzlaşma mesajları verdi. İspanya'nın Türkiye ile ticari ilişkilerini geliştirmek için pazarı kalkındırma planı hazırladığını duyduk. Türkiye'nin bu ülkenin belirlediği 6 ülkeden biri olacağı söyleniyor. Bu planın içinde neler olacak, İspanya ile ticari ilişkilere ciddi katma değeri olacak mı, bilgi verebilir misiniz?

Erdem: Türkiye’yi AB üyeliği gündeme geldiği günden itibaren destekleyen ilk ülke İspanya’dır. Başbakan Sayın Özal’ın ziyaretinden bu yana Türkiye’nin Avrupa’ya taşınması hususunda İspanya bize tam destek verdi. Bu diyaloğu Demirel ve Başbakanken Mesut Yılmaz devam ettirdi. Türkiye’nin İspanaya’dan 1980’lerde ithalatı 40 milyon dolar, ihracatı ise 70 milyon dolar düzeyindeydi. Şimdi üç milyon Euro düzeyinde ithalatımız, 4 milyar Euro’dan fazla ihracatımız var. İspanya, Güneydoğu’daki terörle mücadelemizde askeri ambargo gördüğümüz ve kimsenin bize nakliye uçağı vermediği dönemde CASA’ları verdi. Avrupa ülkeleri terörle mücadelemizde “ insan hakları çiğneniyor ” diyerek sanal bir ambargo uygularken, İspanya 37 yıllık ucuz faizli krediyle bu uçakların Türkiye’de üretilmesini sağladı. Başından bu yana PKK’yla mücadelede de, Avrupa konusunda da, AB’ye girişte de her anlamda destek veriyor. İspanya AB’ye girmemiz için birinci derecede ABD’den sonra en çok uğraş veren ülkedir. Dolayısıyla İspanya’yı bizim için vazgeçilmez bir dost olarak görüyorum. Üzerinde çalıştığımız çok sayıda ortak proje vardır. Bunların hepsi yakın gelecekte hayata geçirilecektir. Türkiye’nin dost ülkelerle iyi ilişkilerinin korunması, ekonomik ve siyasal yönden geliştirilmesi, eğitim, öğretim, sağlık ve diğer katkılarımız yaşadığım sürece devam edecektir.

 

 

Yorumla