Haberler

İş dünyasında bir çırpıda büyüyen şirketlerin yanı sıra bir de yavaş yavaş ama sağlam adımlarla büyüyen şirketler vardır. Büyük bir hızla büyüyen şirketlerin yıldızı hemen sönebilir. Ama adım adım ilerleyenleri sarsmak biraz zordur.

Murat Birsel İle Gündemdekiler

Tarih: 26.05.2004
  Yazdır

 

Murat Birsel ile Gündemdekiler

 

TV 8 – 26 MAYIS 2004
MURAT BİRSEL İLE GÜNDEMDEKİLER PROGRAMI
DR ZEYNEL ABİDİN ERDEM’İN CANLI YAYIN KONUŞMASI

TV8 Murat Birsel : Sayın Zeynel Abidin Erdem hoş geldiniz.

Dr. Zeynel Abidin ERDEM : Teşekkür ederim.

MB : 
Sizi hemen hemen herkes tanıyor, özellikle Ankara’da da seyircilerimiz var. Ben müsaade ederseniz onlara sizin kim olduğunuzu anlatayım.

ZAE :
Teşekkür ederim.

MB : 
Diyelim ki Amerika’ya gidiliyor, Başbakanın olduğu bir airbus var. Tamamen resmi heyet, gazeteciler var, bizler varız. Bu uçak kalkıyor ve bütün Türkiye’yi yönetenler Amerika’ya gidiyorlar. O sırada Başbakan gezer uçağın içinde biraz anlatır konuşur. Bu seyahatin amacı nedir ? Niye gidiyoruz ? Dışişleri Bakanı anlatır, bakanlara sorular sorulur. Sonra uçağa bir sessizlik çöker, bu durum başladığında bütün usta gazeteciler grup halinde kalkarlar ve biz Zeynel Abi’nin yanına gideriz. Şöyle deriz: Ajandamızda neler var, orada ne olacak, kimlerle konuşulacak, bize biraz açıklama yapar mısınız ? Gündem nedir ? Ne kadarı söylenir, ne kadarı söylenmez bilinmez ama muhakkak çok önemli bir referanstır.

ZAE : 
Çok teşekkür ederim.

MB : 
Ama bugün Amerika konuşacağız.

ZAE :
Tabi.

MB : Çünkü Türk Amerikan İşadamları Derneğinin başındasınız, çok önemli olaylar oluyor, stratejik ilişkiler oluyor, bazı değişiklikler oluyor, dünyadaki Amerika’nın imajı değişiyor. Onun için ben sözü size vereyim. Uluslararası stratejik araştırma grubunun son araştırmaları da gündemde. Bu konuda sizin yorumlarınız nelerdir.

ZAE : 
Uluslararası stratejik araştırma enstitüsü çok başarılı ve çok doğru yayın yapan, bilgilendirme yapan ve araştırmalarını raporlandıkları zaman az yanılan sonuçlar elde eden bir kuruluş. Bazı gerçekler vardır ki gizlenemiyor. Bu gizlenemeyen gerçeklerin arkasında da gizlenen gerçekler vardır. Nitekim bir cümle kullanmışlar “artık Amerika ile Türkiye artık sevgili değil dosttur veya arkadaştır”. Türkiye Amerika’yla sevgili değildi. Ama hala sevgili olabilme yeteneği ve kabiliyeti vardır. Ancak bunun ötesinde bazı zig zaglar çizildi. Türkiye Cumhuriyeti hükümetini yeni teşkil etmiş olan parlamento aniden Orta Doğunun yangınıyla karşı karşıya kaldı. O yangın esnasında verilecek olan kararın stratejik değerleri üzerinden yeterince Başbakanlarıyla tartışamadılar. Neden, çünkü başbakan o gün başbakan değil, vekili bugünkü dışişleri bakanı Sayın Abdullah Gül’dü. Sayın Abdullah Gül bütün yeteneklerini kullanarak, her şeyi kavgasız götürmeye çalıştı. O esnada, Siirt’te başbakan seçime girdi . Bir seçim heyecanı, öbür tarafta bir savaş heyecanı . Bir başbakan olma heyecanı, öbür tarafta bir karar isteme heyecanı. Yani Türkiye bu yoğun gündemin içerisindeyken, başbakan makamına gelinceye kadar Meclis’ten karar hayır olarak çıktı. Belki “hayır” hayırlı oldu, bana göre olmadı. Çünkü İslam coğrafyası üzerinde öldürülen her şahıs yeni bir kin, yeni bir nefret ve yeni bir gelecek fırtınanın işaretini verir.

MB :
Çok doğrudur.

ZAE :
Türkiye 50 bin veya 100 bin askerle Irak’a gitseydi bir çok kötü olay olmayacağı gibi konuşma fırsatımız da olurdu. Orada tarihte geçen bu işkenceler olmazdı, çünkü Türk askeri fırsat vermezdi.

Osmanlılar 400 yıl Avrupa’yı yönetti, bu 400 yıl içerisinde işkence kelimesi olmamıştır. Korkulan Osmanlılar Bosna’ya gitti, Romanya’yı Bulgaristan’ı aldı. Macaristan’ın 4/3’ünü aldı, Avusturya’nın yarısına girdi, Viyana kapılarına dayandı, yediğin üzümün parasını altın olarak iade etti. Girdiği ülkenin yöneticisine ne kiliseyi yık dedi, ne kutsal alanlarına müdahale etti, ne dinine, ne ibadetine müdahale etti. Dünyaya örnek bir imparatorluk, örnek bir İslam alemi vardı. Dünyanın yaktığı, öldürdüğü, yok ettiği bir toplumu, Yahudileri kucaklamış, kurtarmış ve millet olarak yeniden yaratmış, tecrübeli, kültürlü bir ülkeden söz ediyoruz. 1000 yıllık askeri tecrübesi ve kültürü olan, her Müslüman’ın kin yerine, nefret yerine, bir barış tohumu ve dostluk ortamı yaratmaya yönelik bir çaba içinde olduğu bir ülke. Bugün Türkiye Amerika’ya ne kadar yakın ise, Amerika Türkiye’ye o kadar yakındır, Irak’a da öyle olabilirdi. Neden çünkü Türkiye’nin planında görünen ve görünmeyen, silahsız nöbet tutma programı bile vardır. Çünkü karşınızdaki sizin silahınız olmadığını gördüğü zaman, aynı şekilde size karşı silahla davranmaz. Siz tankla giderseniz en azından hiçbir şey bulmazsa İsrail’de olduğu gibi taş atar. Yani silah her şeydir, sözdür, küfürdür, taştır, demirdir, sonra topraktır, sonra hançerdir, kılıçtır, bombadır, tüfektir. Bunlar olmayacaktı, olmayabilirdi. Bugün üç tane farklı din ve dilin veya üç tane farklı kavramın coğrafyası üzerinde Amerikalılar savaş veriyorlar. Irak’ta toplumun yarısı Şii’dir. Onlardan nüfus olarak biraz az Sünni’ler vardır. Sünni’lerle aynı oranda ise bir Kürt toplumu vardır. Yarın Amerikalılar oradan çekildiği zaman bunlar birbirlerini alkışlayıp kucaklamayacaklar. Çünkü mevcut bir çadırın altına hepsi girmek isteyecekler. Yer altı zenginliğiyle ünlü olan ve tarih boyunca da bu topraklar üzerinde bu zenginliklerden dolayı savaş çıkan Irak’ta sen Şii’sin al bunları sen kullan veya sen Kürt’sün al sen kullan demeyecekler. Sen geçmişte egemen olduğun gibi çoğunluk grupsun, Sünni’sin demeyecekler. Gidip onlar savaşacaklar. Oysa Osmanlı’ların terbiyesinden bugüne geçiş yapan ordumuz bir uzlaşma ile bütün bu olayları daha rahat çözecekti.

MB : 
Tabi, birde şimdi İran devreye girdi. Hiçbir şey sakin durmuyor. Arka planda gizli güçler tarafından yönetilen bir çok olay gelişiyor.

ZAE : 
Mesele yalnız İran olsa yine de bağışlanabilecek bir iştir. Bugün matematiksel olarak nüfusunun 60 bine ulaştığı bir güçten, terör gücünden bahsediliyor. İki tane kuleyi vuran bir güçten bahsediliyor. Bu gücün orayı finanse ettiğini söylüyorlar. Ayrıca neyle finanse ediyor biliyor musunuz ? Şehidiyle finanse ediyor yani günde 10 kişi ölürse, 10 defa düğün yapacağım diye yayın yapan bir ekiple karşı karşıya Amerikalılar. Bütün dünya bununla karşı karşıya. Öte tarafta aynı ekip İsrail topraklarında da bu savaşı vermektedir. Şimdi yarın eğer bir konsensüs bulunmaz, Amerikalılar buna iyi çözüm yaratamaz ve insanları tatmin etmezlerse, bazı şeyleri kazandıklarını düşünenler çok zorlanabilirler. Amerika oraya aldatılarak girdi. Amerika orada hepimizin bildiği ve onayladığı bir harekette bulundu. Bir çoğumuz karşı durduk, bir çoğumuz da onayladık. Ne dediler kimyasal silah var dediler. Biz de Allah Allah dedik, Irak yanı başımızda bir kimyasal silah bulundurmasın. Atom bombası var dediler, yine Allah Allah dedik. Başka silahlar var dediler, hiçbir şey çıkmadı. Şimdi çıkmayınca buna bir bedel, buna bir karşı borç ödemek gerekiyordu.

MB : 
Peki sizde onu kandırdılar mı yani Beyaz Sarayı veya Amerika’nın karar mekanizmasını ?

ZAE : 
Büyük devletlerin stratejileri 100 yıllıktır. Fakat bu büyük devletlerin hesaplamak mecburiyetinde oldukları bazı şeyler vardır. Her şeyi yenersiniz, aslanı bile yenersiniz. Sonuçta akıllısınız, insansınız bir şekilde tuzağa düşürürsünüz, öldürürsünüz, ama insanla karşı karşıya kaldığınız zaman aynı tuzağa düşebileceğinizi düşünmek zorundasınız. Güç en güçlü olduğunuz gün, aslında en zayıf olduğunuz gündür. İnsanlar kendilerinin yenilmez olduklarını hissettikleri gün tabanlarının altından kaydıkları gündür. Ben bunu Amerika veya başka bir ülke için demiyorum. Tarihe dönüp bakın ve Roma İmparatorluğunun yükselme çağını okuyun. Birden bir gerileme olduğunu ve tabanının kaydığını, birden sıkışmış ve küçücük bir coğrafya ya düşmüş o Roma’yı görüyorsunuz. O zaman coğrafi matematiğiniz buna yetmiyor. Persler’den tutun bilmem nereye kadar ulaşmış bir ülke 30 sene içerisinde yok oluyor. 30 sene o dönem çok uzun bir dönem değil, çok kısa bir süredir. Bugün çok uzun bir süredir. Dolayısıyla bir takım hadiseler karşı tarafın harekatıyla farklı noktalara taşınabilir. Sadece mantığa hitap eden barış çabaları sonuç almıştır. Zora hitap eden hiçbir barış önerisi netice alamamıştır. Bakınız yakın tarihte Türkiye bir savaşını kazandı. Kendi vatandaşının yaşadığı ve katledildiği Kıbrıs topraklarında düne kadar zorla girmiş bir kuvvet ve bir sistem olarak tarif ediliyordu. Bugün Türkiye evet ile hayır arasındaki mantıklı seçimi dolayısıyla bütün dünyaya barış yanlısı olduğunu kanıtladı. Ve gerçekten de Kıbrıs’a kurtarma amacıyla girdiğini hala kurtarmaya devam etmeye çalıştığını gösterdi.

Nitekim karşı tarafın feryadı neyse siz o kadar başarılı ve beceriklisiniz. Eğer Yunan Cumhurbaşkanı veya Kıbrıs Başbakanı, Cumhurbaşkanı Papadopulos “Amerikalılar ve Birleşmiş milletler bize ihanet etti, bunlar Türklere yaptıklarını bize yapmadılar, bunlar Türkleri korudular” diyorsa o zaman siz başarılısınız. O zaman siz kollandınız korundunuz ve sonuç aldınız. Neden ? Davranışınızdan dolayı. Uluslar arası platformda kabul gören bir davranıştı. Nedir o davranış ? El sıkma, toprak verme, karşılıklı anlayış, barış yapma dünyada kararmakta olan perdeyi ışıklandırma. Biz ışıklandırdık.

M.B: 
Burada size bir şey sormak istiyorum. Şimdi benim programlarım sırasında bir alışkanlığım oluştu. Hep bir şeyler konuşurken insanların gözüne bakıyorum. Yani karşımdakinin gözüne bakma alışkanlığı var benim. Ben Başkan Bush ile göz göze geldim. O kadar sert bakıyor ki , insan ürküyor. Yani Bill Clinton gibi bakmıyor. Şimdi Amerikalılar Orta Doğunun hakimidirler. Şuan dünyanın coğrafyasının üzerinde de söz sahibidirler. Bazı olaylar vardır ki bu hakimiyetin konsensüsünü yakalayıp içerisinde hakim olma davranışını elde etme gereklidir. Bu kime aittir ?

ZAE:
Bu sizi yönetenlere aittir. Siz güçlü ile kavga ederek sonuç almayacağınızı, bunun vatanınıza ve milletinize felaket getireceğini bilmek zorundasınız. Bunu yaparken de ceketinizi çıkarın verin demek istemiyorum. Ama ceketsiz de bazı anlaşmalar olabilir. Orta doğuda bazı hadiseler vardır ki ceketi zorla kaptırdılar. Nasıl ? Amerikalılar aldatıldıklarını anladılar. Buna rağmen karşı taraf anlaşma noktasına taşınmadı. Ve bunda da ısrar edildi. Nasıl ? Size bir etiket yapıştırmışlar ve demişler ki siz teröristsiniz. Bombanız var, topunuz var, tüfeğiniz var, atom...gibi kimyasal silahınız var. Gelin araştırın dediğinizde ve söylenen bölgeleri geçici bir süre bütün dünyaya açsaydınız, milletiniz sizin bu kahrı çekme gibi bir felaketi yaşar mıydı ? Hayır ! İşte hakim dünyayı okumanız lazım. Güçlü kuvvetlerin taleplerini daha evvelden karşılamanız lazım. Karşılarken de vatan millet ve topraklarınızın üzerinde gelişecek olayları 20 yıl sonraya taşıyacak gibi davranmanız lazım.

M.B.
Zeynel bey, çok iyi bir noktaya işaret ettiniz. Şimdi Türkiye hakkında yorumlarınızı almak istiyorum. Bugün gelinen noktada Amerika bir şekilde ellerini yıkamak istiyor. Ama Irak’ı da kontrol etmek istiyor. Bunun için bir formül arıyor. Acaba diyorum mesele Türkiye bir formül bulamaz mı ?

ZAE:
Orta Doğu coğrafyası üzerine itibar sahibi tek bir ülke vardır. O da Türkiye’dir. Türkiye Amerikanın aşağı yukarı yetmiş senedir vazgeçilmez bir dostu, elli senedir uygulamalarında müşterek çalıştığı bir devlettir. Ayrıca Orta Doğu coğrafyasına baktığımız zaman İranla Amerika’yı bir araya getiremezsiniz. Siz Suriye’yi de bir araya getiremezsiniz. Suudi Arabistan itibarını bitirmiş durumdadır. Bunları bir araya getiremezsiniz. Ürdün bir hap kadardır. Fas ve Tunus bu işin içinde değildir. Tek bir müslüman lâik bir ülke o da Türkiye’dir. Türkiye Cumhuriyeti hükümetinden iki tane ödev bekleniyor. Biri mecburi olan bir tanesi de kendi kararına bağlı olan. Mecburi olan nedir ? Mecburi olan Türkiye ve Irak’ın bölünmez bütünlüğü üzerinde oynanmakta olan oyunlara ve şuanda sahnelenmeye çalışılan yeni Kuzey Irak olayı ve terör dalgasına girmemeli. İrade kullandığınız zaman bunu yapabilirsiniz. İradeyi yanlış kullandığınız zaman büyük sorun yaşarsınız. Bunun sonucu ise bir felaket olur. İkincisi bu bölgede barışa aracı olan , itibarlı, yetmiş milyon nüfusu ile, lâik, kuvvetli bir ordusu ve bunun sonucu bölgede saygınlığı olan bir ülke olabilirsiniz. Öyle ki parlementosunun emrettiği gibi değil demokrasiye uyarak karar veren bir devlet olma niteliği ile, barışçıl bir sıfatınız vardır. Ülkemizin Başbakanına Orta Doğu barışının kurucusu ünvanını teklif edilmiştir. Bu büyük bir onurdur.Biz Türkiye’yi böyle idare edilmesini istiyoruz.

Ancak Irak’ta yapılan bazı hatalar vardır. Örneğin Hz.Ali türbesine siz Amerikalı değil kim olursanız olun, dünya arkanızda olsun, 6 milyar kişi arkanızda olsun dokunamazsınız. Yanlış olduysa düzeltmeniz lazım. Dokunduysanız da niye dokunduğunuzu veya nasıl dokunduğunuzu mantıklı bir açıklamayla özür dilemelisiniz. Gücünüz ve kuvvetiniz bombanız ve uçağınız bu insanların gönlünü feth etmeye yetmez. Güçle güç edinmek ve sonuç almak mümkün değil. Onun için Türkiye bunu çözebilir. Nitekim itibarlı bir Türkiye itibarlı bir Türkiye Cumhuriyeti başbakanı Recep Tayyip Erdoğan öncelikle İsrail’in kanayan yarasına hakim olmak zorundadır. Bu bizden talep edildi. Sayın Erdoğan da tavrını bütün dünya ya ilan etti. Burada hakemliği derhal kabul edip sistemi bir şekilde bağlamak zorundadır. Yaser Arafat çok büyük bir yanlış yaptı. Üç ay evvel Dubai’deki ekonomik formda Sayın Başbakanımızın ziyaretine ABD Eski Başkanı Clinton geldi. 20-25 dakika görüşülmesi gerek bir konu tam 1 saat 40 dakikaya uzadı. Ve Sayın Recep Tayyip Erdoğan Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı Sayın Clinton’a dedi ki: “ bu İsrail de olan gelişmeleri kınıyorum. Arapların, müslümanların çocuk çoluk çocuk otobüslerini de vurmalarını da kınıyorum. Karşı tarafta ki gücün fazla kullanılmasını da kınıyorum. Lütfen bir çözüm bulunuz. Sayın Clinton dedi ki “ biz çözümü bulduk. Ancak korkak bir Arafat ile karşı karşıya kaldım. % 39 toprak verdim. Devlet olma özelliğini vererek bunun temelinin atılması için imza attık. Bu anlaşmayı da zorla imzalattım. İsrailin bütün ısrarlarına rağmen tüm parlementosuyla tek tek konuştum. “

Son gün kararından döndü. Kimden korktu biliyor musunuz? Küçücük bir terör örgütünden korktu dedi. Bu bir gerçek. “ O gün o fırsat kaçmışken, bugün Sayın Başbakanın da bu fırsatı kaçırmaması ve İslam alemine hizmet olması bakımından söylüyorum. Bu kanın durması ve bu acını sonlandırılması bakımından söylüyorum. Nasıl Kıbrıs’ta bir beceri gösterdiyse, biraz ver biraz al. Araplara da bunu biraz ver biraz al anlayışı ile bu barışı getirmek zorundadır. Aksi takdirde dünya sulh göremez.

M. B 
Bir şey söyleyeceğim siz o kadar güzel anlatıyorsunuz ki yani hakikaten büyülenmiş bir vaziyette dinliyorum.

Z.A.E.
Teşekkür Ederim.

M.B.
Peki şimdi böyle biz buna talip olduğumuzda siz ABD olarak bütün bu tarafları biliyorsunuz hep oralardasınız, bunların hepsiyle konuşuyorsunuz. Yani bir tür açıkçasını söyleyeyim, bizde gizli bir diplomasi denen bir şey var. Yani işadamları işadamlarıyla konuşuyorlar. Devlet büyüklerinin söyleyemediği bazı şeyleri işadamları söylüyor. Siz de söylediklerini çok yakından takip ettiğimiz birisiniz. Eğer Türkiye bölgedeki sorunlara çok dikkatle yaklaşıp, biz bu işi çözeceğiz, biz burada aracı olacağız dediğinde tamam diyecekler mi?

ZAE:
Bakın ben bir şey söyledim ve bunu 10 sene sonra bütün Türkiye konuşuyor olacak. Alim değilim. Kahin de değilim. Sadece olayları iyi takip eden, iyi dinleyen, iyi okuyan ve geçmiş sonuçları da kıyaslayan bir insanım. Türkiye’nin mecburiyetleri vardır. Türkiye Kuzey Irak’ı çözmek zorundadır. Türkiye Türkiye’de yaşayan Kürtlerin 1000 yıldır kanını, canını herşeyini paylaşıyor. Hepimizin gelini var Kürt, hepimizin damadı var Kürt. Hepimiz 1000 yıldır aynı kardeşlik, aynı barış aynı sulh içerisinde güneydoğu’da yaşadık. Bugüne kadar kimse kimseye taş atmadı. Kimse kimseye ters bir şey söylemedi. Peki ne oldu da birden benzine ateşle gidilmiş gibi parlamalar oldu. Türkiye güçlü bir siyaset uygulayamadı, bazı ödünler vermesi, bazı fedakarlıklar yapması gerekiyordu, yapamadı. Biz herşeyde refaha alıştık. Biz istiyoruz ki Holland, Belçika da bize hizmet etsin, Avrupa birliğine de bizi bedava alsınlar. Herkes selam dursun bize. Şimdi soruyorum ? Siz kimsiniz ? Gayri safi milli geliriniz 5000 dolara ulaşmamış. Bir başka deyişle bir zavallı. Bir tek özelliğiniz olan coğrafi konumunuz fevkalade güçlü. Medeni cesaretiniz süper. Ciddi bir ordunuz, demokratik bir parlemento sisteminiz, fakir fakat onurlu bir milletiniz var. Bu tarif Almanya’nın, İngiltere’nin, Fransa’ya, bu tarif bütün dünyaya kendini kabul ettirmek için yeterlidir. Bu tarifin üzerine gittiğiniz ve zaman verdiğinizde sizin önünüzde duracak bir şey yok. Dolayısıyla tekrar ediyorum, yarın gelişecek olan Kuzey Irak olaylarında Türkiye orada hazır olmaya mecburdur ve meseleye aktif olarak girmek zorundadır. Hükümetin de buna zaman harcadığını biliyorum. Fakat daha fazla zaman harcaması gerektiğine inanıyorum. Şimdi olması gerekenlere dönelim. Türkiye Bağdat’ta olmalı. Çünkü yarın gelişecek olan her olayın yüzde 20 si size zarar olarak geri dönecektir. Komşularımızda istikrar ortamı bir an önce tesis edilmelidir. Yoksa sadece onlar değil biz de her bakımdan zarar görürüz. Bu yüzden biz iç meselelerin peşinden gitmemeli, önceliği dış politika sorunlarının çözümüne vermeliyiz. Türkiye’deki bir YÖK davasından, bu provokosyanların dışına çıkmamız lazım. YÖK ile ilgili konuda müsaade ederseniz iki cümle konuşmak istiyorum.

M.B.
Tabi.

ZAE:
Bence rektörlerin de YÖK başkanının da büyük bir günahları vardır. Bu günah şudur: Eğitim bugün dünyanın her yerinde, her din, her dilde ve her istenen şekilde olabiliyor. Dünyanın bütün büyük devlet adamlarının okudukları okullar Hristiyan okullarıdır. Türkiye de o veya bu tarzda bir misyoner getirip papaz yetiştirmedi. Türkiye’deki yabancı okullardan Saint Joseph var, Saint Benoit okulları var. Siz nerden mezunsunuz.

M.B.
Saint Joseph Lisesi.

ZAE:
Siz papaz oldunuz mu?

M.B.
Olmadık.

ZAE:
Siz Türkiye’de Hristiyan dininin reform yapması için çalıştınız mı?

MB.
Hayır

ZAE
Peki bir ilahiyat fakültesi veya bir alt yapısında olan imam hatipe niye bu kadar karşı çıkıyoruz? Hani Avrupa Birliğine girecektik? Hani insan hak ve özgürlükleri? Hani kürtçe konuşacaktık? Hani kürtçe şarkı söyleyecektik? Dinimiz istediğimiz gibi, ibadetimizi istediğimiz gibi yapacaktık. Nedir bu kavga? Bu konuları gündeme getiren ve polemik yaratan güçlerin artık kafalarını kaldırıp dünyanın bu kritik döneminde savaşların Ortadoğu üzerinde alevlendiğini, hesaplarının son noktaya geldiğini görmeleri lazım. Artık iç meselelerle zaman kaybetmekten vazgeçilmelidir.

Dış meselelere destek olup yürütmek lazım. Engellemek ve ülkeyi meşgul etmek bir düşmanlıktır. Ben onların düşmanlık yaptığını kastederek söylemiyorum. Ama her hükümeti ve devleti geriletip zamanını alan insanlar bize düşmanlık yapıyor. Onun için Türkiye vizyonunu Avrupa birliğine açtığı kadar ortadoğuya da açmak zorundadır. Türkiye ortadoğuda söz sahibi olmadığı gün siyasi, ekonomik, askeri ve stratejik kayıplara uğrayacaktır. Şu anda ekonomik kayıp ortalama 12 milyar dolardır. Dünyada Avusturya’dan tutun, Avusturalya’dan tutun bütün şirketler Irak’ta iş aldı. Türkiye hala Irak’ta iş almak için beklemektedir, hala ikinci derecede taşaronluk işleri yapmaktadır. Gelen paranın toplamı da söylendiği gibi değildir. Kalan 600-700 milyon dolardır. Bilemediniz 1.5 milyar $. Peki 18 milyar dağılımı olan bir pastanın, 700 km sınırınız olan bir ortadoğu komşuluğunuzun, 100 yıldır süren ilişkilerinizin, içeride yarı akrabalarının olduğu bir ülkenin hakkı bu mudur? Bunu mu alması gerekiyordu Türk mütahitlerinin? Bize 700 milyon $ mı biz kalması gerekiyordu? Türkiye olarak durumumuzu tarif edemiyoruz. Edemediğimiz için netice alamıyoruz. Netice alamadığımız için bu fakirlik zincirini kıramıyoruz. Kıramadığımız için birbirimize giriyoruz. Birbirimize girdiğimiz için de dünyayı unutuyoruz.Dünyada artık en küçük ülkelerin bile gayri safi milli geliri 18.000-20.000 $. Biz hala hangi dili konuşacağız, imam hatip liseleri hakkında konuşuyoruz. Yunanistan’ın dünya insan hak ve özgürlüklerinin standardında dördüncü sırada olduğunu unutmayın. Türkiye’nin de 96. sırada olduğunu unutmaması gerekiyor. O halde siz dini istismar eden bir kavrama karşı koyarak memleketin ve milletin zamanını alıp, anarşi yaratıp, başka gündemlerle uğraşırsanız, siz Irak’ta hiç bir şey olamazsınız. Siz Irak’ın, ortadoğunun, dünyanın veya Avrupa birliğinin içine de giremezsiniz. Siz bu konularda konuşmaya layık değilsiniz demektir. Dolayısıyla Türkiye daha yüksek çıtalara nasıl ulaşabileceğini, köylümüzden başbakanımıza kadar, cumhurbaşkanımızdan öğretmenimize kadar düşünmek zorundadır. İç meselelerle daha fazla uğraşmayalım.

M.B.
Bu anda ben bir şey söylemek istiyorum. Şu konuşmayı alalım, yani ben razıyım TV8 olarak hangi üniversite istiyorsa bununla CD olarak yollayayım, daha sonra ders olarak okusunlar, öğrencilere bir ışık olsun.

Şimdi siz başta dediniz ki biz ABD ile artık arkadaşız. Sevgili değiliz. Şimdi bunu ingilizce, Amerikan kültüründe söylüyorsa, hepimiz biliyoruz yani orda yaşayan insanlar bunu ingilizce, Amerikanca söylediğinde iş bitmiş demek yani. Artık biz arkadaşız demek, hani gördüğümde merhaba derim, merhaba dememezlik etmem ama olay bitmiştir. Peki şimdi bu konuyu nasıl ifade etmek lazım ?

ZAE
Küçük bir düzeltme yapabilir miyim? Ben Türkiye ve ABD hala sevgilidir diyorum, stratejik arıştırmalar vakfı araştırması ise arkadaşız diyor. Benim bildiklerim var ve sevgiliyiz hala. Bunu bozmamamız lazım.

MB
Bu çok daha umutlu bir şey.

ZAE
Benim çok bildiğim bir şey var. Amerika Türkiye’nin, Türkiye Amerika’nın hala askeri, siyasi, stratejik ortağı ve birbirinden ayrılmaz parçalarıdır.

MB
Hep Amerika konuştuk. Bu demek değildir ki Avrupa konuşamayız. Bildiğim kadarıyla sizin 2002 yılında İspanya Kralı tarafından verilmiş bir “Devlet Onur Nişanı”nız var.

ZAE:
Bu Avrupa nişanı, İspanya Kralı’nın yüksek devlet onur nişanıdır. İspanya ile aşağı yukarı 12 yıldır bir çalışmamız vardır ve ben DEIK İspanya İş konseyi başkanıyım. Hiçbir menfaat sağlamaksızın İspanya ile Türkiye arasındaki ilişkilerin Anadolunun en uzak yerinden İstanbul’un en ünlü işadamlarına kadar. Kral dahil, başbakan dahil, sanayi bakanları dahil, kabileleri dahi götürüp iş yaptırdım. Anlaşmalarını sağladım, ithalat ihracat yaptırdım ve emeğime karşı olan iki ülkenin birbirlerine danışarak verdiği bir devlet onur nişanına layık görüldüm.

MB
Nedir Avrupa'yla durumumuz? Bizi AB’e alacaklar mı?

ZAE
Bir kere sevgiliniz veya arkadaşınız arkanızdaysa alacaklar. Bizim gibi din ayrılığı, dil ayrılığı, mezhep ayrılığı, coğrafi konum ayrılığı olan bir ülkeyi Ameka arkasında olmazsa AB’e almazlar. Bunu hiç kimse başka türlü tarif etmesin. Ancak eğer siz dün özelleştirdiğiniz Petkim’i bugün karar değiştirip geri alırsanız, insanlar oturur biraz düşünürler. Hani siz birçok konuda yapısal değişiklikler yapmıştınız? Hani devletinizi küçültecektiniz? Hangi sektör gelip Türkiye’ye milyar dolar yatırım yapsa devletin veya mahkemelerin veya birilerinin yanlış yapamayacağı ortam hazırlayacaktınız? Siz özelleştirdiğiniz ve kendi vatandaşınızın ihale ile kazandığı Petkim’i bir kararla geri alırsanız size hangi güvenle gelip dış yatırım yapacaklar? Size hangi güvenle gelip ya arkadaş Avrupa Birliği ortağımız ol, sen artık o standartlara ulaştın diyecekler. Zorluklarımız var. Fakat tam üye olacağız. Eğer Türkiye insan hak ve özgürlüklerinin, kanunları iyileştirmenin ve diğer değişiklikleri yapmama gibi bir yanlışa girerse, kaybı büyük olur. Türkiye 40 yıldır batıya olan dönük yüzünü aynen devam ettirmelidir. İran’a, Pakistan’a büyük saygım var, bütün islam ülkelerine saygım var, Ama ben Paris’te olmak istiyorum. Benim kültürüm, yapım, anlayışım laik ve demokratik olmalıdır. Ben İran’la, Pakistan’la geleceğe yönelik herhangi bir konuyu paylaşamam. Afganistan’ın durumu ortada. Ya Suudi Arabistan’a ne dersiniz? Ben Avrupa’lıyım. Ben Avrupa’nın kültürüne, kanun yapma ve uygulatma gücüne, insan hak ve özgürlüklerine, iş anlayışına, bilgi paylaşımına ortak olmak istiyorum. Medeniyetine ve eğitim kültürüne ulaşmak istiyorum. Dolayısıyla ben Avrupa’lı olmalıyım. Ben hristiyan olamam. Benim kimliğim bellidir. Benim hiçbir vatadaşım bunu düşünmez. Hristiyan olmak isteyenlere dahi yol açıktır. Onlardan gelenler vardır, bizde yol açıktır. Bu tabii bir olaydır. Ama 2008 ila 2010 arası biz Avrupa’dayız. Gecikmez. Gecikirse Avrupa çatlar. Çünkü önümüzde çok büyük bir fırtına var. Büyük bir tsunami var. Medeniyetler, dinler ve anlayışlar farklı olan bir savaş, bir kavga var. Bunun kesişme ve uzlaşma noktası Türkiye olacaktır. Ve müslüman kimliğiyle Türkiye olacaktır. Dolayısıyla AB bu zorluktan dolayı bizi kabul edecek, ama bu fırsatlardan yararlanmak için biz de çok değişiklik yapacağız, kararlıyız.

Yorumla