Başkanlık ve Üyelikler

İş dünyasında bir çırpıda büyüyen şirketlerin yanı sıra bir de yavaş yavaş ama sağlam adımlarla büyüyen şirketler vardır. Büyük bir hızla büyüyen şirketlerin yıldızı hemen sönebilir. Ama adım adım ilerleyenleri sarsmak biraz zordur.

TABA AmCham

TABA AM CHAM – TÜRK AMERİKAN İŞADAMLARI DERNEĞİ


www.amcham.org

Türk Amerikan İşadamları Derneği , kısa adıyla TABA Amcham , Amerika ile Türkiye arasındaki ticaret , yatırım ve kültür ilişkilerini geliştirmek amacıyla 1986 yılında kurulmuştur. Bugün 4 şubesi ve 986 üyesi vardır.

Türkiye’deki Amerikan Ticaret Odasıdır ve Amerikan Ticaret Bakanlığına bağlıdır. Bu niteliğiyle , 29 ülkenin Amerikan Ticaret Odalarının üye olduğu ECACC European Council of American Chambers of Commerce örgütünün de üyesidir.

Dr. Zeynel Abidin ERDEM, 2000 yılında Genel Başkan olarak seçilmiştir. 6 Temmuz 2002 tarihinde bu göreve ikinci defa seçilmiştir. Dr.Erdem 2004 yılında TABA AmCham Onursal Başkanı olmuştur.

Derneğin amacı, Türkiye ve A.B.D. arasındaki ticari faaliyetlerin gelişmesine katkıda bulunmaktır. Bunun için: 
a) Türk ve Amerikan iş çevrelerine ticaret, ekonomi, finansman, sanayi ve benzeri konularda görüş bildirmek ve uygulamada yardımcı olmak. 
b) Türk ve Amerikan iş çevrelerinde amaca uygun konularda haberleşmeyi sağlamak. 
c) Türk ve gerekirse Amerikan iş çevreleri ile Türkiye'deki A.B.D. Hükümet temsilcileri arasındaki ilişkilerin kurulmasında yardımcı olmak. 
d) A.B.D. iş çevreleri ve bu çevreleri oluşturan bireyler ile Türk halkı arasındaki dostluğun anlayış ve ortak menfaate dayalı çalışmaların gelişmesini sağlamak. 
e) Bilgi alışverişi tavsiye ve fikir teatisi yoluyla Türk ve Amerikan iş çevrelerinin ortak iş yapma ve geliştirmesine yardımcı olmak, üyeleri arasında sosyal ve ticari şuuru geliştirerek işbirliğini sağlamak ve böylece daha ileri bir toplum düzeyine ulaşmak için çalışmak. 
f) Dernek amacına yönelik diğer faaliyetlerde bulunmak. 
Dernek amaca ulaşmak için Türkiye ve Türkiye dışında gereken her düzeyde temaslar kuracak ve girişimlerde bulunacaktır. 

Türk Amerikan İlişkilerinin, Tarihi ve Bugünü Hakkındaki Değerlendirmelere bakacak olursak:


Türk Amerikan ilişkileri 19.yüzyılda başlayıp günümüze uzanır.

- 1861 yılında ilk Osmanlıca İngilizce lügat olan Redhouse basılmıştır.

- 1863 yılında Dünyada Amerika dışında kurulan ilk kolej Robert Kolej açılmış arkasından Üsküdar Amerikan, Tarsus ve İzmir kolejleri gelmiştir.

- 1920 yılında Amerikan hastahanesi hizmete girmiştir.

- 1946 yılında Türkiye Amerika desteğiyle Birleşmiş Milletlere girmiştir.

- 1950 yılında Türkiye Kore savaşına katılmış hemen arkasından da Nato’ya Amerikanın desteğiyle kabul edilmiştir.

- 1990’lı yıllarda tüm Avrupa Türkiyedeki PKK terörüne destek verirken, Amerika Türkiye tarafını tutmuş PKK yı terör örgütü ilan etmiş ve Abdullah Öcalan’ın yakalanmasında istihbarat yardımı vermiştir.

- 1996 da Hazar denizi gaz ve petrol kaynaklarının Türkiye üzerinden Ceyhan’a akıtılması için petrol şirketlerine Amerika baskı yapmıştır.

- 1998 yılında Amerika Türkiyede 30 milyar dolarlık enerji yatırımı yapmak istemiş bürokratik sorunlar nedeniyle proje henüz hayata geçirilememiştir.

- 1999 yılında Avrupa Birliğinin Türkiyeyi aday ülke ilan etmesinde Amerika’nın çok büyük etkisi olmuştur.
Yukarıdaki tabloya baktığımızda iki önemli nokta dikkatimizi çekmektedir. 
1- Amerika her zaman bizim dostumuz olmuştur.

2- Bu dostluk bugüne kadar daha ziyade sosyal, kültürel ve askeri konularda gelişmiş fakat ekonomik konuları yeterince kapsayamamıştır.

Bu ilişkilerin ekonomik boyutuna dikkati ilk defa eski Cumhurbaşkanı Sn. Turgut Özal çekmiştir. “ Promote trade rather than aid “ Yardım değil ticaret istiyoruz, sözü büyük yankı uyandırmıştı. Bu lafın ne kadar doğru olduğu 11 Eylül saldırılarından sonra çok iyi anlaşılmıştır.

Bill Clinton bir konuşmasında şöyle demektedir. Dünya nüfusunun yarısı günde iki dolardan daha az para kazanırken ve bir milyar kişi her gece aç yatarken terör önlenemez.

Ben sizlere Clinton’un söylemediği sözlerin devamını da getirmek istiyorum. Yukarıda çizilen fakirlik tablosunun büyük kısmını maalesef müslüman ülkelerin halkı oluşturmaktadır. Özellikle Asya ve Afrikadaki Müslümanlar aç yatanlar sınıflamasına girmektedir.

Sizler bu gerçekler üzerinde biraz düşünürken ben de sizlere bazı ilginç sayısal bilgiler vermek istiyorum. 

Dünya üzerindeki toplam 50 İslam ülkesinde yuvarlak olarak 1 milyar 200 milyon insan yaşamaktadır. Tüm bu ülkelerin 2000 yılındaki toplam milli geliri 1.5 trilyon $ dır. Yani fert başına milli gelir 1.250 $ civarındadır.

Ama bu kimseyi aldatmasın. Petrol üreten Müslüman ülkelerin geliri de ortalamaya dahil edildiği için bu rakamlar yanılgıya düşürebilir bizleri. Buna mukabil bir de zengin ülkeleri ele alalım.

Avrupa Birliğinin 15 üye ülkesinde toplam 375 Milyon insan yaşamaktadır. Bu ülkelerin toplam milli geliri de 2000 Yılında 7,9 trilyon $ olmuştur. Yani 56 İslam ülkesinin toplamının 5 katı.

Buna mukabil Amerika Birleşik Devletlerinin aynı yıl milli geliri 9.5 trilyon $ olarak gerçekleşmiştir. Diyebiliriz ki bu farklılaşmanın önemli bir kısmı 20. yüzyılda oluşmuştur. O zaman 20. yüzyılın ülkeler açısından bir değerlemesini yapalım.
Geçmiş yüzyılda 3 tip ülke görüyoruz 
1- Değişime öncülük eden veya değişime süratle ayak uyduran ülkeler. Bu ülkeler gelişmiş ülkeler sınıfına girmiştir. Amerika, Avrupa ve Güneydoğu Asya ülkeleri gibi.

2- Değişimin önemini kavramış fakat değişimi süratle izleyemeyen ülkeler. Bunlar gelişmekte olan ülkeler sınıfını oluşturmaktadır. Türkiye ve Latin Amerika ülkelerini bu sınıfa sokabiliriz.

3-Değişimin farkına varmayan veya değişime karşı koyan ülkeler. İşte bunlar gelişmemiş ülkeleri oluşturur ki özellikle Asya ve Afrikadaki çoğunluğu Müslüman ülkeler bu sınıfa girerler.

Şimdi konumuza kaldığımız yerden devam edelim. Eğer terörü önlemek istiyorsak fakir ülkelerin ekonomik kalkınmasını sağlamak gerekir. Ama bunun için onların da değişmesi lazım. Bunu anlayabilmeleri ve kabul edebilmeleri için de onlara iyi bir örnek göstermek gerekir. Öyle bir örnek ki demokratik, liberal ve laik bir İslam ülkesinin, Müslümanlık değerlerini kaybetmeden değişebileceğini görsünler.

Ama bu değişimi başaran ülkenin de ekonomik sıkıntı yaşadığını görürlerse nasıl kabul edebilirler Uluslararası değer yargılarını. İşte burada Amerikan Türk işbirliğinin ekonomik boyutunun önemi ortaya çıkmaktadır. Türkiye Amerika’nın desteğiyle ;

1 – Enerji yatırımlarını tamamlayabilir. Enerji yatırımı denildiğinde sadece konvansiyonel enerji üretim teknolojisini düşünmemeliyiz. Türkiye’de Rüzgar, güneş ve toprak ısısından enerji üretme teknolojisine de ihtiyaç vardır. Ayrıca enerji nakil hatlarındaki kayıp % 25 boyutlarındadır. Bu kaybı % 10 a düşürmek mümkündür ki bu da yatırım gerektirir. Türkiye’nin özetle önümüzdeki on yılda her yıl 6 – 7 milyar dolar civarında enerji yatırımına ihtiyacı vardır.

2 – Telekomünikasyon yatırımları da geri kalmıştır. Internet haberleşmesi etkin bir şekilde yapılamamaktadır. Bizler telekomu sattırtmayız derken kablolu telekomünikasyonun yerine mobil telefon teknolojisi geçmektedir. Ne yazık ki burada da yazılım ve donanım açısından geri kaldık.

3 – Ülkemizde ulaşımın büyük ağırlığını karayolları taşımaktadır. En kısa zamanda demiryollarının yaygınlaştırılması ve modernizasyonu gereklidir. Üç tarafı denizlerle kuşatılmış bir ülke olarak deniz taşımacılığında çok geri kaldığımız bir gerçektir. Ulaşım denildiğinde Türkiye için çok önemli bir konu olan doğal gaz ve petrolün boru hatlarıyla dünya pazarlarına taşınmasını da düşünmeliyiz. Tüm bu konular yatırım gerektirir. Fakat zaman kaybetmemek şarttır. Gecikmeden bu önemli projeleri bitirmeliyiz.

Amerikan - Türk ekonomik İşbirliğiyle yukarıda saydığımız işleri başarabiliriz. Yalnız bunun için Türkiye’nin de değişmesine ihtiyacı vardır.

- Türkiye 21. yüzyılda sermayenin yabancısı yerlisi olmadığını anlamalı. Amerika da dahil Uluslararası Sermaye olmadan hiçbir ülkenin kalkınamadığını bilmelidir. Çünkü Uluslararası sermaye teknoloji üretmekte, pazar yaratmakta ve insan yetiştirmektedir.

- Direkt sermaye yatırımlarının dövizle borçlanmaktan daha iyi olduğunu anlamalıyız.

-Yatırımcıların aylarca, yıllarca bürokrasiyle boğuşmayacağını bilmeliyiz.

- Devletlerin Uluslararası anlaşmalara uyması ve sözünü tutmasının en önemli güvenilirlik koşulu olduğunu da görmeliyiz.

- İhalelerde şeffaflığı sağlamalıyız. Ama, yap – işlet yöntemiyle işi özel teşebbüse bırakmanın daha ucuz, daha çabuk ve daha kaliteli sonuç getireceğini de unutmamalıyız. Örnek Atatürk dışhatlar terminali.

Bunları başarıp güçlü bir Türkiye yaratırsak Avrupa Birliğine de gireriz.