Haberler

İş dünyasında bir çırpıda büyüyen şirketlerin yanı sıra bir de yavaş yavaş ama sağlam adımlarla büyüyen şirketler vardır. Büyük bir hızla büyüyen şirketlerin yıldızı hemen sönebilir. Ama adım adım ilerleyenleri sarsmak biraz zordur.

Türkiye İçin 17 Aralıktan Sonra Tek Kriter Toplumsal Katılım Olacaktır

Tarih: 23.11.2004
  Yazdır

 

AYIN BEHİÇ KILIÇ DİKKATİNE

DR. ZEYNEL ABİDİN ERDEM – 23 KASIM 2004 TARİHLİ MAKALESİ

 

zaerdem@erdem.com.tr

 

17 ARALIK’TAN SONRA TEK KRİTER: TOPLUMSAL KATILIM

Demokratik kültürün, bilginin hızla yaygınlaştığı günümüz dünyasında, hoşgörü, insan hakları ve eşitlik gibi ilkeler, toplumsal gelişmenin temel dinamikleri haline gelmiştir.

Çağımızda ülkelerin gelişmişlik düzeyleri, “hukukun üstünlüğü”, “katılımcı demokrasi” ve “insan hakları”na verilen önemle ölçülmektedir. Bu kavramlar aynı zamanda, çağdaş bir toplumun olmazsa olmaz şartları olarak da karşımıza çıkmaktadır.

Sivil toplum örgütleri Türkiye’nin bir dönemine damgasına vuran devlet adamı Sayın Turgut ÖZAL’ ın dünyaya açılım politikası ile güçlenmeye başlamış dünyadaki örneklerinden etkilenerek faaliyetlerini daha geniş alanlara yayarak, etkinliklerini arttırmaya başlamışlardır.

 

Toplumsal Sorunlara Kalıcı ve Dengeli Çözümler

TOBB, TÜSİAD, TABA, IKV, YASED, MÜSİAD, DEIK gibi kuruluşların varlığı ve güçlü yapıları ile Türkiye’ nin ufkunu açma konusunda önemli bir görevleri ve işlevleri vardır. Bu kuruluşlar, çoğulcu ve katılımcı demokrasinin ve sağlıklı bir toplumsal yapının, vazgeçilmez unsurlarıdır. Aynı zamanda kamu sektörünün yetersiz kaldığı alanlarda, topluma hizmet götürmek amacıyla, ortak hedefe yönelmiş insanlar tarafından kurulan ve kar amacı gütmeyen oluşumlardır.

Her ne kadar bizde ki Sivil Toplum Kuruluşlarının yurt için de ve dışındaki etkinliği, AB ülkelerindeki gibi olmamasına rağmen, hükümetlerin attığı hızlı adımlarla , kanuni düzenlemeler getirilmekte önleri açılmaktadır.

Toplumsal sorunların kalıcı, dengeli ve sorunsuz biçimde çözümlenmesi, ancak, demokratik mekanizmaların devreye sokulması, yurttaşların yönetime katılımının artırılmasıyla mümkündür. Böylelikle, sivil toplum örgütleri, karşılaştığımız sorunların çözümüne ilişkin yeni yöntem ve kaynaklar önerebilmekte ve toplumsal kalkınmada bir taraf olarak aktif rol üstlenmektedirler.

Gelişmiş toplumların, bugünkü yaşam standartlarına, katılımcı bir yönetim anlayışı ile ulaştıkları gerçektir. Aslında, sivil toplum örgütlerini demokrasilerin sosyal sigortası olarak algılamak da mümkündür. Örgütlü çaba göstererek, inandığı konuda her kesimden insana yararlı olma arayışı ile, tarih boyunca toplumun en dinamik, değişime öncülük eden ve halk kitlelerinin duyarlılıklarını dile getiren, toplumsal etkileme gücü yüksek kuruluşlar olmuştur.

Avrupa Birliğine girişin eşiğinde olduğumuz şu günlerde, sivil toplum örgütlerimizin, Türkiye sevgisi, iyi niyet ve sorumluluk duygusuyla yapacakları olumlu katkıların, ülkemizin aydınlık geleceğine doğru yürüyüşünde, son derece önemli kazanımlar sağlayacağına yürekten inanıyoruz.

 

“Sınırlı devlet, güçlü sivil toplum”

1999 Helsinki Zirvesi'nde Türkiye'nin tam üyelik adaylığının onaylanmasının ardından, 1963 yılından bu yana sürmekte olan Avrupa Birliği ile bütünleşme süreci yeni ve önemli bir döneme girmiştir. Avrupa Birliği adaylığı ve üyeliği, Türkiye'nin çağdaş değerleri paylaşma yönündeki çabalarına güç ve hız katacaktır.

“Sınırlı devlet, güçlü sivil toplum” anlayışı ile, bir taraftan devletin yükü hafifletilirken, diğer taraftan, sivil toplum örgütlerinin potansiyel enerji ve güçleri açığa çıkarılmaktadır. Böylelikle, daha bilinçli ve daha gelişmiş bir Türk toplumunun çağdaş dünya ile entegrasyonu hedeflenmektedir.

Bütün dünyada tanıtım stratejileri devlet, özel sektör ve sivil toplum örgütleri işbirliği ile götürüldüğünde uzun dönemde anlamlı sonuçlar alınabilmektedir. İşte Avrupa Birliği'ne Türkiye'nin girişini hedefleyen projelerin de aynı üçlünün ortak çabası ile üretilmesi en doğru yaklaşımdır.

 

Dikkat edilmesi gereken bir başka konu ise ortaya konulan çalışmaların Avrupalı vatandaşlar tarafından devletin değil, sivil toplum ve özel sektörün çabası olarak algılanmasının sağlanmasıdır.

Bunun nedeni ise ancak sivil toplum örgütleri ve özel sektörü tarafından sahiplenilmiş kampanyaların başka memleketlerde ses getirebilme sansı olmasıdır. Öte yandan devlet eli ile yapılan tanıtım ise propaganda olarak algılanmaya mahkûmdur.

Kısacası yapılması gereken devletin orta ve uzun vadeli hedefleri çerçevesinde ama Türk sivil toplum örgütleri ve özel sektörü ile bir bütün halinde kendini anlatmaya çalışan yani kendi demokratik hakkını savunan Türkler ve Türkiye resmini çizebilmektir. Böylece ülkemizin Avrupa Birliği'ne girmeye ne derece istekli olduğu açık ve tartışmaya yer bırakmayacak şekilde tüm AB ülkelerinde sokaktaki insan tarafından kayda alınacaktır ve birçok kararsız Avrupalının önyargılarının gelişmesinin önüne geçmek mümkün olacaktır. Türkiye, çağdaş uygarlık yolunda hızla ilerlemeyi, kalkınarak güçlenmeyi ve gelişmeyi sürdürecek, dünyanın önde gelen gelişmiş ülkeleri arasında hak ettiği yeri alacaktır.

Saygılarımla,

Dr. Zeynel Abidin ERDEM

Yorumla